10 bin militanlı IŞİD'e karşı şimdi de NATO!

Dünya barışı ve özellikle Avrupa'nın güvenliği için yıllardır ayakta tutulan NATO şimdi de, IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadele etmek için Orta Doğu belasına "resmen" bulaşıyor.

Aslında, NATO'ya bağlı çoğu ülkeler zaten bölgede işin içinde bulunuyor.

Ne var ki, insana ilginç gelen bulaşmada, başka art niyetler ve bambaşka hedefler aramak gerekiyor.

Zaten, Barzani ve PKK ile türevleri gibi örgütlerle mücadele içinde olan ve şimdi NATO ismiyle resmileşen gücün 10 bin kişilik devşirme bir IŞİD ile savaşmak için bölgeye ineceğini düşünmek başından itibaren yanlış oluyor.

Maksat IŞİD'i hedef gösterip, bütün üstleri, yedek havaalanları, askeri yolları ve tahkimatıyla Orta Doğu'da kalıcı bir yerleşim elde etmekten de öte gidiyor.

Irak ve Suriye'nin parçalanmasını denetlemenin yanı sıra, Rusya'nın daha çok yayılmasını önlemek ve İran'a gözdağı vermenin ötesinde Türkiye'yi de tehdit altında bulundurma stratejisi artık su üstüne çıkıyor.

Tabii ki, bu arada İsrail ve Suudi Arabistan'ın hele petrolün güvenliği hiçbir şekilde ihmal edilmiyor.

Karmaşa gibi görünen böylesine bir stratejinin uygulanmasında, Suudi Arabistan'ın maddi yardımı silah satın alımıyla zaten sağlanıyor.

İş, başta Barzani olmak üzere PKK ve türevleri Kürt terör örgütlerinin kullanılmasına kalıyor.

IŞİD'in ortadan kaldırılmasından sonra, Kürtlerin devreye sokulmasıyla Irak'tan başlayan ve Suriye'nin kuzey diplerine kadar uzanan denize açılma koridorunun gündeme getirilmesinin planlarını hatta yatırımları yapılıyor.

Bu stratejinin Türkiye'yi çok yakından hayati bir şekilde ilgilendirdiği de gözlerden kaçırılmak isteniyor.

 Oysa, dünya kamuoyu sadece IŞİD'in ortadan kaldırılmasını istiyor ve  bekliyor.

 IŞİD, şu veya bu şekilde sahadan çekildikten sonra, Orta Doğu'nun parçalanma planını uygulamak stratejisi, Irak, Suriye, İran ve Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor.

IŞİD'in imhasından sonra, Kürtlerin kullanılması için önce Kürtler'den faydalanma stratejileri beyinleri kurcalıyor.

Gerçekten de; PKK ve parçacıkları terör örgütleri başarısız kalır, Barzani'nin önderliğini kabul etmezlerse bölgenin daha da kargaşalara can ve mal kaybına neden olacağı şimdiden hesaplanıyor.

Sözü gelmişken, "Barzani Sülalesi"nin çok eski tarihlere dayandığı ve daima kargaşalar içinde yaşadığı hatırlanıyor.

Irak ve Suriye'nin kuzeyindeki kargaşadan da yararlanarak sözüm ona "bağımsız bir Kürt devleti" kurmayı hayal eden Mesud Barzani'nin aslında en fazla Türkiye'nin başına "sorun" olduğu öteden beri "endişe" doğuruyor.

Zira Barzani, azılı Türk düşmanı olan sülalesinin, özellikle babası Molla Mustafa Barzani'nin izini sürüyor.

Barzani sülalesinin, Osmanlı İmparatorluğu'na bir asır önce başlayan ihanetlerini unutmamak icap ediyor.

ABD ve özellikle İsrail tarafından desteklenen, Barzani'nin, Peşmerge başı sıfatından "tamamen" kurtulmak için "sabırsızlandığı" da belirtiliyor.

Zaten, Irak'taki Kürt oluşumu ile İsrail'in öteden beri ilişkileri bulunduğu biliniyor.

Nitekim, Kürtler ile İsrail arasındaki ilişkiler "Orta Doğu'nun en kötü saklanan sırrı" olarak kabul ediliyor.

Barzani, "Truva Atı" konumunda olduğunu her seferde ispatlıyor.

Zaman zaman PKK'dan vazgeçtiğini, hatta düşmanı olabileceğini homurdanıyor.

Kim bilir, Barzani'nin bu kaçıncı söz verişi veya bu kozu öne sürmesi sergileniyor.

Başı sıkıştıkça veya sırtı sıvazlandıkça Barzani, PKK'yı feda etmeye hazır olduğunu çekinmeden ortaya atıyor.

Ortam değişince de kuzular kesilerek verilen ziyafetlerle, PKK dostluğu pekleştiriliyor.

PKK'nın zaten hem ABD, hem de Barzani tarafından bir koz olarak kullanıldığı açıkça biliniyor. 

Üstelik, PKK'nın sözü geçenler için, bir "vurucu güç" olduğu da hesaplanıyor.

ABD ve Rusya'nın belirli müdahalelerinden güçlendireceğini uman Barzani ve PKK aslında, öncelikle Suriye'nin kıyılarından denize açılmak için bir koridor elde etme hülyasını taşıyor.

Ne var ki, İsrail'in bu denize çıkıştan en kazançlı ülke olması da tasarlanıyor.

Yazarın Diğer Yazıları