12 Eylül 1980, bana ne hatırlatıyor?

Hemen herkesin 12 Eylül 1980 üzerinden siyaset yaptığı şu günlerde, “askeri darbe”  öncesi ve sonrasını yaşamış birisi olarak hatırladıklarımı bugün yazma gereği hissediyorum. Çünkü “askeri darbeye”  gerekçe olarak gösterilen “Çorum ve Kahramanmaraş olayları’nı” Çorum’da birebir yaşayan 12 yaşında bir çocuktum.
Çorum olaylarını iki bölümde incelemek gerekir, birinci bölümde sağ ve sol grupların birbirleri ile daha sonra da sol grupların kendi aralarında yaşadıkları çatışmalar. Yaklaşık iki ay süren Çorum olayları bizim çocukluk dönemimize damgasını vuran günlerdi. Maden İş Blokları, Çorum’un Karşıyaka Mahallesi’nde Türkiye Kömür İşletmelerine bağlı Alpagut Dodurga Linyit İşletmeleri’nde çalışan işçilerin kurdukları yapı kooperatifi idi. Öğretmen olan babam buradan ev kiralamıştı, evimizin olduğu bölge Çorum’u tepeden gören konumda olduğundan evin balkonundan şehir manzarasını seyredebiliyorduk.
Site Çorum’un en dış kısmında kaldığından okul sonrası özgürce arkadaki tarlalarda oyun oynayabiliyorduk. Ama bir akşam üzeri sokaklarda silahlar patlamaya, insanlar panik halinde sağa sola kaçışmaya başladılar. Gelen habere göre “Komünistler, Alaaddin Camii’ni bombalamışlardı”. Hiç kimse bombalanan caminin bombalandığı andaki durumunu sorgulamadı. Bombalandı denen Alaaddin Camii henüz inşaat halinde altı tane kolon üzerinde duran duvarları bile örülmemiş bir yapı idi. Fakat yaratılmak istenen provokasyon başarıya ulaşmış, bir ay boyunca sağ ve sol gruplar arasında devam eden çatışmalar, bu camiyi bombalama olayından sonra Alevi-Sünni çatışmasına dönmüştü. Çorum’un hemen her yerini gören evimizden artık yanan evleri görür olmuştuk.
Gözlerimiz her yerde bizleri koruyacak olan asker ve polisleri aradı, ama ilginçtir aynı sitede kaldığımız polis aileleri sanki “savaş bölgesinden tahliye edilen siviller gibi” polis panzerlerine bindirildiler ve Çorum Kapalı Spor Salonu’na yerleştirildiler, ondan sonra 12 Eylül sabahına kadar ben ne polis ne de asker gördüm. Tüm polisler kendi ailelerini yerleştirdikleri Kapalı Spor Salonu’nun etrafında nöbet tutup onların güvenliğini sağladılar. Elinde silahı olan sokakların hakimi oldu, istediği eve girip yağmaladı. O zamanlar kafamda şu soru oluştu, “Devlet vatandaşını neden korumaz?”
Kısacası bilanço çok kötü idi, Çorum olayları sonrasında üç yüz insan canını kaybetti. Bu üç yüz insanın canını koruyamayan polis ve askerlerden hesap sorulduğunu görmedim. Aksine bu kadar insanın canını koruyamayan polis ve askerler 12 Eylül 1980 sabahı yaşamı bir anda düzene soktular, kimlik göstermeden fırından ekmek almak bile imkansız hale geldi. 11 Eylül’de kan gövdeyi götürür iken, hiçbirisini göremediğimiz  “güvenlik görevlileri(!)” her köşe başını tuttular.
12 Eylül’de askeri darbe olduğunda kulakları bile çekilmeyen bir zümrenin şimdilerde sanki “işkence odalarında aylarca kalmışçasına” askeri darbeden hesap soracaklarını söylemeleri inandırıcı değil. Eğer o zaman darbe karşıtı olmuş olsalar idi, 1982 Anayasası yüzde doksan oy oranı ile desteklenmezdi. O gün “askeri darbeyi alkışlayıp, yazdığı Anayasa’ya evet diyenlerin” bugün kendi varlık sebepleri olan 1982 Anayasasını daha “özgür ve eşitlikçi” hale dönüştüreceklerini söylemeleri kadar abesle iştigal bir durum söz konusu olamaz.
Daha önce neye “evet” demişlerdi?
* 1980 askeri darbesine.
* 1982 askeri darbe anayasasına.
* Domuzun kesimlik hayvan sınıfına alınmasına.
* Madenlerin yabancı şirketlere verilmesine.
* Kıbrıs’ın birleşmesine.
* Turizm tesislerinin yabancı şirketlere peşkeş çekilmesine.
Şimdi “evet”diyenlerin daha önce nelere  “evet” dediklerinden birkaç örnek verdim. Ama biz onların “evet” dediklerinin hepsine zaten “hayır” demiştik.

Yazarın Diğer Yazıları