"18 keçinin otladığı bir kaya parçası!"

Çocukluğumda, Antakya'da Barış Manço'nun konserine gitmiştim. Manço, "Binboğa'nın kızı"nın sözleri üzerinde konuşurken bir izleyici, "Binboğa'nın kızı kimdir?" diye sordu. Manço, "Binboğa'nın kızı bir kaya parçasıdır." diye cevap verdi ve orkestraya işareti verdi... Ben mesajı almıştım, çünkü Türk destanlarını biliyordum.

***

Habertürk'teki "Türkiye'nin nabzı" programında, Yunanistan'ın 2004 yılından sonra işgal ettiği Ege'deki Türk adaları gündeme getirilince Nagehan Alçı, "18 keçinin otladığı kaya parçası için savaş mı yapalım?" dedi. Programı yöneten Didem Arslan Yılmaz ise "Adalara kaya parçası demeyelim. Madem bu kadar önemsiz Yunan askerleri neden orada konuşlandı" diye konuştu.

Vatanı, kaya parçası veya arazi olarak görmek, bir eğitim sorunudur. Bizim çocukluğumuzda ilkokullarda Türk destanları okutulurdu. Şimdiki gibi çocukların psikolojisini bozmak için yazılan Türkçe kitapları yoktu.

Evet Yunanistan, Türk egemenliğindeki 18 adanın dışında, uluslararası belgelerde "kayalık" diye tanımlanan vatan topraklarını da işgal etmiştir ama o kayalıklar da vatanın bir parçasıdır. Her biri Ankara kadar, İstanbul kadar, İzmir kadar kıymetlidir!

***

Göç destanını hatırlayalım...

"Uygur kağanı Yolun, oğlu Kalı Tigin'i Kiu-Lien adlı bir Çin prensesiyle evlendirdi. Kalı Tigin kağan olunca, Çin elçileri, yanlarında falcılarla birlikte Kiu-Lien'in sarayına geldiler. Çin elçileri ile falcılar 'Türk ülkesinin tüm varlığı, bütün mutluluğu Kutlu Dağ denilen bir kaya parçasına bağlıdır. Türkleri yıkmak istiyorsak bu kayayı ellerinden almalıyız!' diye konuşup anlaştıktan sonra Kalı Kağan'a gittiler. Kutlu Dağ'ın taşlarını istediler.

Yeni kağan, Çinlilerin isteğini kabul etti. Böylece yurdun bir parçası olan kayayı onlara verdi. Oysa Kutlu Dağ, kolay kolay sökülüp götürülecek gibi değildi. Bunu gören Çinliler kayanın çevresine odun kömür yığdılar, kayayı ateşe vurdular. Kaya iyice kızınca üstüne sirke döküp paramparça ettiler. Her bir parçayı aldılar, ülkelerine götürdüler.

İşte, ne olduysa o zaman oldu. Türkeli'nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanı dile geldi; kendi dillerince kayanın düşmana verilmesine duydukları acıyı anlattılar, ağladılar. Yedi gün sonra günahı bağışlanmaz düşüncesiz kağan öldü. Ne var ki, kağanın ölümüyle de ülke felaketten kurtulamadı. Bir Çin konçuyu uğruna bağışlanan yurdun kayası, Türkeli'nin felaketine neden oldu. Halk rahat yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buğulaştı, uçup gitti. Topraklar kurudu, ürün vermez oldu.

Günlerden sonra Türk tahtına Bögü Kağan'ın torunlarından biri oturdu. O zaman yurtta canlı-cansız, evcil-yaban, çoluk-çocuk, soluk alan-almayan her ne varsa bir ağızdan 'Göç! Göç!' diye çığrışmağa başladılar. Uygurlar bu çığrışmaları bir ilahî buyruk bildiler. Toparlandılar, yola koyuldular. Yurtlarını, yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere göç ettiler.

Sonunda adına Turfan denilen bir yere geldiler. Burada sesler kesildi. Uygurlar bu yere kondular, beş kent kurup yerleştiler. Adını da Beş-Balıg koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar."

***

Unutmayalım ki bugün Uygur Türkleri, hâlâ Çin esaretindedir.

"Vatanın bir çakıl taşını dahi vermeyiz" sözü, işte bu destandan türemiştir. Türkler için vatanın her parçası aynı derecede kutsaldır.

Göç destanını, vatanı kaya parçası veya arazi olarak görenlere ezberletmek gerekir. Kendilerine bir faydası olmayabilir ama en azından, Türk Milleti için bir kaya parçasının ne anlam ifade ettiğini dikkate alarak böyle konuşmalar yapamazlar!

Yazarın Diğer Yazıları