21. Yüzyılda Millî Bütünlüğün Resmi ve Türk Kültürel Mirası / Dr. Mehmet ALKANALKA

21. Yüzyılda Millî Bütünlüğün Resmi ve Türk Kültürel Mirası / Dr. Mehmet ALKANALKA
Türkiye’deki son 2023 seçimlerinin sonuçlarının hem hükümet hem de muhalefet açısından bütün toplumu mutlu edecek bir sonuç olmadığı aşikârdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi toplumun tamamına hitap etmekten ziyade yüzde 50+1 bireyin oyu mantığı ile futboldaki geniş oyun alanını adeta minyatür saha maçına çevirmiştir. Yanlış kurulan varsayımlar ve olgular toplumda mağdur olan büyük çoğunluk üzerinde bir çaresizlik ve ümitsizlik durumu da yaratmıştır. Her seçim için ayrı bir tahlil ve strateji gerekir temel yaklaşımı ihmal edilerek, siyaset adeta kilitlenmekle kalmayıp, sınırlı iç hesaplaşmalar ve övünçlerle demokrasinin eksik ve yanlış yorumlama üzerine inşasından da kaynaklanan “kimsesizler”in gittikçe artan şekilde aleyhine evrilmesine de yol açmaktadır. Bu makalede, Türk kültürel mirasına başvurarak Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” meşalesinin aydınlığında karanlıkları aydınlatmaya bir katkı sağlamayı amaçladım.

Sosyal bütünlük kavramı savaşlar sonucu ülkelerini terk eden göçmenler trajedisi ile birlikte uluslararası ilişkilerde daha görünür olmasına rağmen, kavramın kullanılması daha eskilere dayanmaktadır. Sosyal bütünlük veya Fransızların strateji belgelerinde kullanmayı tercih ettikleri milli bütünlük kavramlarının oldukça geniş kullanım alanları bulunmaktadır. Durkheim’e göre; sosyal bütünlük toplumu oluşturan bireylerin birbirlerine bağımlılığı, aralarında güçlü sosyal bağların varlığı ve de saklı bir sosyal çatışmanın yokluğudur. Türklerin kültürel kodlarındaki Ergenekon destanında, önce iç cephede güçlenmenin ve beraberliğin sağlanması büyük önem taşımaktadır. 1980’lerden günümüze kadar ise devlet dışı aktörlerin terörizm adı altındaki mücadelesine muhatap kalan ve on binleri aşan şehit ile birlikte maddi ve manevi kayıplara uğrayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti güney komşuları olan Irak ve Suriye’deki başarısız devletlere dönüşmüş otorite boşluğu ve dış güçlerin müdahalelerinden kaynaklanan başta göçmenler olmak üzere sosyal, ekonomik, demografik, kültürel, güvenlik boyutları dâhil çok boyutlu sorunlarla da uğraşmaya devam etmektedir. Millî güç unsurlarının mobilize edilmesi için amaç birliğinin sağlanması büyük önem taşımaktadır. Bunun için de öncelikle göçmen konusundan önce toplumun bütün fertlerinin hem kendi aralarında hem de devlet kurumları ve yöneticileri tarafından saygın bireyler olarak yaşamalarının sağlanması gerekmektedir.

Amaç birliği sağlanmalı

Avrupa Konseyi’nin A new strategy for Social Cohesion başlıklı raporuna göre; 20. yüzyılda Batı Avrupa Devletleri, ekonomik büyüme ile sosyal adalet arasında bir denge sağlama sorumluluğunu kabul etmeye başladılar. Sosyal uyum, yalnızca sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele meselesi değildir. İnsanlar birbirlerinin sorumluluğunu kabul ettiklerinde bir toplum bütünleşir. Aynı zamanda, dışlanmanın en aza indirilmesi için toplumda dayanışma yaratmakla da ilgilidir. Avrupa Konseyi'ne üye devletlerin temel taahhüdü insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür. Sosyal bütünleşme, toplum üyeleri ile toplumu bir arada tutan devlet kurumu arasındaki hem

dikey hem de yatay ilişkileri ifade etmektedir. Sosyal bütünleşme, güven, kapsayıcı bir kimlik ve ortak fayda için iş birliğini içeren bir dizi tutum ve davranışsal tezahür ile de karakterize edilebilir. Millî güç unsurlarının mobilize edilmesi için amaç birliğinin sağlanması büyük önem taşımaktadır. Bunun için de toplumun bütün fertlerinin hem kendi aralarında hem de devlet kurumları ve yöneticileri tarafından saygın bireyler olarak varlıklarını sürdürülmesinin sağlanması gerekmektedir. Sosyal bütünleşmeye yönelik uluslararası literatürdeki artan ilgi, çoğunlukla etnik-kültürel çeşitliliğin artması, zengin ve fakir arasındaki gelir düzeyindeki uçurumun açılması gibi kronik ve radikal toplumsal değişimler nedeniyle ulusal bütünlüğün zedelenmesi endişelerinden kaynaklanmaktadır. ABD, İngiltere ve Fransa gibi ileri demokratik Batı ülkelerinde Türkiye’deki hem kutuplaşma hem de milyonları aşan mülteci sorunu yokken bile sosyal bütünleşmeye verilen bu önem, demokrasinin sorunlarını da teyit niteliğindeki verilerdir. Demokrasiler halkın yönetime seçimler vasıtasıyla katılması ve egemenliğin millete ait olduğu temelindeki yönetim şekli olmasına rağmen, zamanla özünden uzaklaştırılarak seçimler sonucu halkın yaklaşık yarısının bir sonraki seçime kadar dışlandığı veya ihmal edildiği yapılara da bürünebilmektedir. Jenson, seçimlerde yaşananların geleceğe yönelik olumsuz etkileri olduğunu, algılanan korku, bölünme ve düşmanlığın aynı zamanda toplumsal bütünleşmeyi azalttığını da belirtmiştir. Bu hususlar toplumdaki kutuplaşmaya neden olan konular arasında referandum ve seçimler gibi demokrasinin temel araçlarını belirtmesi bakımından oldukça önemlidir.

Siyasetname’nin doğuşu

Yaklaşık 1000 yıl önce 11. Yüzyılda Selçuklu Sultanı Melikşah topladığı devlet ricaline; “Her biriniz memleketimiz hakkında düşünsün ve zamanımızda neyin iyi olduğuna, dergâh, divan ve bârgâhımızda bu şartların yerine getirilmemesi veya bunların bizden gizlenmesi sebeplerine, önceki padişahların yerine getirip de bizim yapamadığımız hangi devlet işleri bulunduğuna baksın. Geçmiş emirlerin, Selçuklu sultanlarının ve diğerlerinin kanun ve âdetlerini araştırsın. Bunları yazarak bize arz etsin ki, biz de din ve dünya işlerinin kendi kanunları çerçevesinde nasıl yürüdüğüne bakıp, bu minval üzere emredelim. Öteki dünyada cezalandırılmamamız için hayır ve şerden olup bitmiş olanı bilelim… Bundan sonra memleketimizde Allah’ın fermanına veya kanunlarına aykırı, onlara halel ve noksanlık ulaştıracak bir hadise olmamalı ve yürümemelidir.” dedikten sonra birer siyaset kitabı yazmalarını talep etmiş ve Türk tarihinin eşsiz bir yönetim başyapıtı olan Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi günümüze kadar büyük bir kültürel miras olarak ulaşmıştır. Ünlü Selçuklu Veziri Nizamülmülk yaşadıklarını sonraki kuşaklara ders ve nasihat olsun düşüncesiyle Siyasetname kitabını yazmıştır. Düşünün ki yaklaşık 1000 yıl önce günümüzdeki demokrasi ve kuvvetler ayrılığına dayalı kurumlar olmamasına rağmen, Türk Selçuklu Sultanı kendisine en iyi uygulamalar kapsamında bir rehber eser, pusula ve kurallar manzumesi talep edebilmiştir. Ben de aydın bir Türk vatansever olarak önceki yöneticilerin ve sultanların yerine getirip de 21. Yüzyılda yapılamayan hangi devlet işleri bulunduğuna bakmaya gayret ettim ve aynı zamanda acı tecrübelere de sahibim. Karartılmışlar Yıldızlar kitabımda yer verdiğim Siyasetname’de yazılan bir hikâye bu manada oldukça anlamlıdır.

Ava meraklı sultanın aldığı ders

Vakti zamanında ava çok düşkün bir sultan varmış. Sultan; ülkenin idaresini güvendiği bir vezire emanet etmiş, hep av partilerindeVezir bakmış sultanın olandan bitenden haberi yok. Komutanı, hazinedarı, kadıyı kendine bağlamış. Halk zulüm ve korku içinde… Bir gün sultan yine avdayken yolunu kaybeder. Karnı da çok acıkmıştır. Uzakta bir kulübe görür. Atını sürer, tam eve girecekken, kapıda asılmış bir köpek görür. Kulübenin yaşlı sahibi hemen Tanrı misafirine sofrayı hazırlar. Sultan yemeğe başlamadan girişteki köpeğin hikâyesini dinlemek istediğini söyler. Çoban başlar anlatmaya:

-Efendim, o benim en sevdiğim köpeğimdi. Ben tarlaya giderken koyunlarımı ona emanet ederdim. Bir gün baktım, koyunlarım azalıyor. Tarlaya gider gibi yapıp pusuya yattım. Bir de ne göreyim. Benim köpek; dişi bir kurt ile gönül ilişkisine girmiş, koyunları birer birer boğazlatıyor. Bu bana ders olsun ve unutmama adına onu evin girişine astım. Güveneceğim insanları düzgün seçmem için bu dersi her eve girişte hatırlıyorum. Sultan hikâyeden çok etkilenmiş ve veziri ile ilgili içine kurt düşmüş. Ülkeye dönüşte gizli bir tahkikat yaptırmış ve vezirin gerçek yüzünü öğrendikten sonra kale girişine asmış.

Ortaya büyük bir çan kurdurmuş. Tellal çıkartarak, haksızlığa uğrayan herkesin bu çanı çalmasını, çanı çalanı doğrudan kendi huzuruna çıkarmalarını söylemiş. Haksızlığa uğrayanlar çanı çalmışlar ve doğrudan Sultan karar vererek haksızlıklarını gidermiş. Ülke barış içinde beş yıl geçirmiş. Bir gün tekrar çan çalmış. Sultan, hemen çanı çalanı huzura getirmeleri emrini vermiş. Adamları gittiklerinde bir de ne görsünler, bir eşek.

Sultana, çanı çalanın bir eşek olduğu ve herhalde yanlışlıkla çana değdiği ifade edildiğinde, Sultan:

- İşime karışmayın, eşeği de araştırın; diye emir vermiş.

Eşeği çarşıda dolaştırıp tanıyan olup olmadığı sorulduğunda, esnaftan eşeği tanıyanlar çıkmış:

-Bu eşek falancanın eşeği, yıllardır onun yükünü taşıdı, eşekliğini yaptı. 20 yıl sonra sahibi yaşlandığı için onu azat etti.

Hikâye Sultan'a anlatılır. Sultan:

-Ben demedim mi size eşeğin hikâyesini araştırın, eşek de haksızlığa uğramış ve doğru yere gelmiş adalet için.

Sultan hemen eşeğin sahibini çağırmış ve 40 değnek sopa vurmalarını emretmiş. Ölene kadar da şu ölçüde yulaf ve şu ölçüde arpa vereceksin hükmüyle…

-Sana yıllardır eşeklik yapan yükünü sırtlayana, yaşlandığında buğday vermemek için azat ettim numarası ile haksızlık yaparsın ha!

“Ben, Teoman Hun…

Büyük Hun Tanhusu…

Ömrünü budununa adamış, onun devlet olması, birlik olması için var gücüyle çalışmış, savaşlar vermiş Hun Han…

Kiya Han’la başlayan Tukyu uruğunun ilk Hun tanhusu…

Birliğe bütünlüğe tutkun ol ey budunum!

Devlet olmanın değerini bil!

Bu uğurda yapılanları an!”

Mete Han, Çin’e yazdığı bir mektubunda: “Eli ok ve yay tutan kavimlerin hepsi, Hun adı altında birleştiler ve Hunlar (Türkler) bir aile gibi oldular.” ifadelerini kullanmıştır.[1] Mete Han oğullarına töreye ve millî birliğe her daim bağlı kalmalarını da vasiyet etmiştir.

Avrupa Hun İmparatoru Attila’ya göre ise; birlik ruhu bütün Hunların ana prensibi olmalıdır; “Bölündüğümüz zaman kolaylıkla yabancı devletlerin tebaası konumuna düşeriz.” Attila’nın eleştirdiği Roma İmparatorluğu liderleri yönetimde kalmak için birlik için hedefler ile liyakati bir kenara bırakmışlar ve de onların liderlikleri de zayıflatılmış kurumlar ile sığ sadakate dayanmaktadır. Attila’nın günümüze ışık tutacak başka bir liderlik ve yönetim tavsiyesi ise; “Kral bile olsanız herkesin sizinle aynı düşüncede olmasını beklemeyin, boylarınızın içindeki veya dışındaki dostça karşıtlıklardan verimli sonuçlar elde edebilirsiniz ve her muhalifi düşmanlaştırmayın.”

Tuğrul Bey ise; “Birlik halinde kalmadığımız sürece tek ok gibi kolayca kırılırız.”

Atatürk’ün meşalesi pozitif ilim

Atatürk millî bütünlük ile; “Millet birlik olup, hâkimiyet esasını ve Türklük duygusunu hedef tutmuştur.”Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif ilimdir… Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ideale, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” ifadelerini kullanmıştır.

Siyaset insanlar ve toplum için yapılmalıdır. Siyaset halkın hak ve hukukunun gözeterek ve stratejik konularda onların görüş ve önerileri alınarak yürütülmelidir. Siyasetname’de anlatılan bir eşeğin bile haksızlığa uğrama ihtimaline karşılık Sultan’ın araştırma ve haksızlığı telafi etmesi örneğinden günümüzde insanların hak ve hukukunun göz ardı edildiği bir dönem gerçekten her açıdan oldukça düşündürücüdür. Büyük sorunlar aynı zamanda büyük değişimler ve fırsatlara da davetiye niteliğindedir. Bilgisayarlara virüs bulaştığında format atılması misali; 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesini müteakip kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 Anayasasındaki esasların temelinde hareket edilerek gazi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin daha etkin olduğu milli ve yerli bir siyasete geri dönülmesi, inşacı ve gerçekçilikten uzak virüslerden kurtulunması gerekmektedir.

Sonuç olarak topu minyatür sahadan daha geniş alanlara taşımak, yapıcı ve yaratıcı dayanışmalar, yeni yüzler ve söylemlerin kültürel mirasımızdaki milli temeller üzerinde sağlam bir şekilde yükseltilmesi oldukça önemlidir. Bunun için öğrenilmiş çaresizlik sendromundan bir an önce sıyrılarak ilkeler ve milli esaslar dâhilinde adalet ve bütün toplumu kucaklayıcı siyaset sistemlerine ve stratejilerine ihtiyaç elzemdir. Seçimlerde yüzde 50+1 oy alınsa dahi ve hatta yüzde 99,99 oy alınsa dahi eğer bir kişi dahi hakkını helal etmezse o hakkın hesabı inancımıza göre sorulmakta ve cenaze namazında mümkün ise helallik istenmektedir. Bir kişinin bile hakkını helal etmediği ölülerin Hz. Muhammed tarafından cenaze namazının kılınmadığı çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Şeyh Edebali Osman Gazi'ye "Ey oğul, insanı yaşat ki, devlet yaşasın" diye öğüt vermiştir. Hukukun üstünlüğü bir bireyin dahi devlet karşısında hakkının ve hukukunun korunmasıdır. Unutmayalım ki; “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.”