2,5 milyon kişinin bildiği sır değildir!

Ülkemizde analitik düşünce yeteneği henüz melekeye dönüşmüş değil. Son WikiLeaks olayı da gösterdi ki bu konuda iktidarın da, muhalefetin de ve maalesef yazarlarımızın da daha 10 fırın ekmek yemesi gerekiyor. Veriler tek tek analiz edilmeden toptancı bir bakışla bir basit bir komplo olarak görülüyor.
Önce sıradan bir bilgi notunu, devlet stratejisini değiştirecek noktaya kadar götüren aşamalarını kısaca anlatalım. Bilgiye (ihbara) ve bunu sağlayan kaynağa “en güvenilmezden çok güvenilire” doğru ayrı ayrı not verilir. Yani çok güvenilir bir kaynak hiç doğru olmayan bir ihbarda bulunabilir ve bunun tersi de pekâlâ mümkündür.
Stratejik plan yapan bir devlet (ABD örneğinde), hedef ülkeyle ilgili verileri dış istihbarat örgütü (CIA), ulusal güvenlik ajansı (NSA), askeri istihbarat kuruluşları ve dışişleri bakanlığı kanalıyla milli güvenlik kurulunda (NSC) toplar. Üniversitelerin dış politika enstitüleri, düşünce ve araştırma kuruluşları (Washington Institute, Rand Corperation, Hudson Institute, CFR, CSIS vs), lobiler ve tüm bunların yabancı ülkelerdeki anlaşmalı kuruluşları eliyle derlenen raporlar da resmi kurumlara gönderilir. Çoğu kez muhtemel senaryolar resmi veya sivil düşünce (think thank) kuruluşlarında harp oyunları ve beyin fırtınası tarzında; hedef ülkenin devlet adamları, siyasetçileri, gazetecileri ve generallerinin katılımıyla tartışılır. Hemen her durum için onlarca alternatif hareket tarzı içeren bu raporlar ABD başkanının güvenlik ve dış politika danışmanlarının da katıldığı NSC toplantılarında stratejik kararlara dönüştürülür.
Bunların herhangi birinin hazırladığı rapordaki bazı bölümler bir şekilde dışarıya sızar veya halkın tepkisini ölçmek yahut kamuoyunu yönlendirmek (psikolojik harekat -PH-) amacıyla özellikle sızdırılır. Bu tür belge ve dokümanlara aşırı önem vererek kendi söylemlerinde referans olarak kullananlar ise bilerek veya bilmeyerek kendi ayaklarıyla tuzağa düşmüş demektir. Öte yandan WikiLeaks olayındaki gibi yüzden fazla ülkeyi ilgilendiren yaklaşık 250 bin belgeyi bir anda deşifre etmek yoluyla PH gerçekleştirmek hiçbir istihbarat kurumunun harcı değildir. Nitekim Türkiye ile ilgili belgelerde Amerikalı diplomatlara bilgi sağlayan “kaynak” ve “kontak” kişilerin çoğunun isimlerinin üzeri çizildiği halde farklı şekilde ifade edilen bazılarının isimleri deşifre edilmiştir! Bu isimlerin üzerine X işareti koyanlar, bir gün bunları da açıklayabileceklerini ima ederek kendilerini bir şekilde güvenceye almaktadır.
WikiLeaks olayı bana göre de ABD için ikinci 11 Eylül vakasıdır. Konuyu klasik bir komplo olarak değerlendirenlerin gözden kaçırdıkları hususlar var. 2,5 milyon kişinin erişim yetkisine sahip olduğu SIPRNet denilen Savunma Bakanlığı’na ait bir ’intranet’ sisteminin güvenli olacağını düşünmek en başından sakattır. Savunma Bakanlığı personelinin ulaştığı belgeler CIA, NSA ve askeri istihbarat birimlerine ait değildir. Sadece Dışişleri Bakanlığı’nı yani Amerikan dış politikasını hedef almaktadır.
Tamamı çeyrek milyonu bulan sızdırılan belgelerin neredeyse yarısı gizlilik taşımıyor. Yüzde 40’ı “confidential” (hizmete özel ile gizli arasında) ve yüzde 6’sı ise “secret” (gizli) gizlilik derecesindeki belgeler. Sızdırılanlar arasında “top secret” (çok gizli) olan belge bulunmuyor. Çok gizlilere ulaşabilecek personel miktarı ise 850 bin olarak belirtiliyor ki, bu bile güvenlik açısından yüksek bir risk unsurudur.
ABD diplomatlarının görev yaptıkları ülkelerin üst düzey kesimlerine bile insanca bakmadıkları, bırakın diplomatik nezaketi, ‘küstahça’ davrandıkları anlaşılıyor. Düşünün bu kafadaki devlet görevlileri ellerine fırsat geçirdiğinde gariban halklara ve hapse attıkları ’suçlulara’ nasıl davranır.
Kim soymuş olursa olsun anlaşılıyor ki dünyanın ‘kralı’ artık çıplaktır. Onları önemseyip de bülbül gibi şakıyanlar herhalde kendilerine ‘karga’ muamelesi yapıldığını artık anlamıştır.

Yazarın Diğer Yazıları