3. dünya ülkesi başbakanı!

Hükümetin dış ve iç politikadaki başarısızlıkların sorumluluğunu ve yolsuzluk operasyonlarını örtme çabası, gerçekten paralel bir devlet hiyerarşisi oluşturuyor. Başbakan Erdoğan’ın “milli güvenlik sorunu” bağlamında ele aldığı, hatta yeni bir istiklal savaşından bahsettiği tezlerini Cumhurbaşkanı Gül ciddiye almıyor, aksine yalanlıyor. En üst düzey iki yetkilinin farklı söylemleri bırakın paralellik göstermeyi tam tersine birbirleriyle çatışıyor. 
Cumhurbaşkanı, yurt dışında Türkiye’nin parlak havasının kalmadığını itiraf ederek, “10 sene boyunca bizi göklere çıkaranlar şimdi bizi tenkit ediyorsa onları Türkiye düşmanı ilan etmek üçüncü dünya söylemidir” diyor. Gül’ün inanmadığı dış komplo söylemini ise en fazla Başbakan Erdoğan dillendiriyor! Ayrıca Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın büyükelçilere verdiği, “Türk okulları aleyhine çalışın” talimatını, devletin 1 numarası,  “okullarda güzel faaliyetler yapıyorlar” diyerek boşa çıkarıyor. Devletin başı, 160 ülkeye yayılmış okullarda dalgalanan Türk Bayraklarını, daha yükseğe çekmek yerine indirmeye kalkışmanın zararlarına dikkat çekiyor. “Şimdi o ülkeler muhakkak ki daha dikkatli bakacaklar, bir yanlışlık var mı yok mu, diye”  hatırlatmasında bulunan Cumhurbaşkanı Gül,  “O ülkelerin kurallarına riayet etmeleri gerekir” ikazını yapıyor. Gerçekten de hükümetin günah keçisi bulma hırsı yüzünden, Türkiye tarihinin en geniş kapsamlı tanıtım hizmeti kişisel çıkarlar havuzunda boğulmak isteniyor.
Şahısları önemli değil de işgal ettikleri makamların saygınlığını yerle bir ettiler. Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı paralel devlet yapılanması hakkındaki dosyalar diplomatlarımız tarafından mahcup tavırlarla bulundukları ülkedeki muhataplarına sunuldu. Diplomasi kulislerinde, büyükelçilerimizin, “biz bu dosyayı veriyoruz ama siz herhangi bir işlem yapmayın” dedikleri konuşuluyor. Çoğu ülkenin dışişleri yetkilisi ise diplomatik teamülleri hatırlatarak,  “siz ne yaptığınızın farkında mısınız” diyerek alaycı ifadeler kullanıyormuş. Henüz hiçbir ülke okul kapatma kararı almadığına göre, Erdoğan hükümetinin dünyadaki itibarının da sıfırı tükettiği ortaya çıkıyor. Değer miydi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni küçük düşürmeye!

Dış güçler ve aptal taşeronlar

Türkiye’nin bölgesinde dostu kalmadı. Davutoğlu’nun tarihi, kültürel, coğrafi derinlik ile dünya gerçekliğini dikkate alan stratejik yaklaşımları yerini Yeni Türkiye kılıflı maceraperest politikalara bıraktı. Büyük Ortadoğu Projesi’ne altyapı hazırlayan Graham Fuller imzalı Yeni Türkiye Projesi, Osmanlı’dan kalan tarihi mirası silip süpürdü. Sonuçta başarısızlığın faturasını Davutoğlu’nun ödemesi gerekiyordu ancak o da paralel devlet bahanesinin arkasına gizlenmeyi seçti.
Ülkenin güneydoğusunu siyasi özerkliğe sürükleyen çözüm süreci de çöktü. Bölünme algısı ciddi bir probleme dönüştü. Başta Beşir Atalay olmak üzere sürecin mimarları bedel ödemek yerine suçu paralel devlete atmayı tercih ettiler. Dış ve iç politikadaki hezimetlerin yanı sıra siz buna 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını da ekleyin. Bu durumdaki bir hükümetin ya istifa etmesi ya da güven tazelemesi gerekiyordu. En kolay reçeteyi uygulamaya yöneldiler: “Dış güçler ve taşeronları bize darbe yaptı!”  Üstelik bu yaygara başarılı olursa, halk meydanlara inerek, siyasette 3 dönem şartından dolayı köşeye çekilmek zorunda kalacak olan yeni istiklal savaşının muzaffer komutanını, “bizi bırakma” sloganları eşliğinde yeniden başbakanlık koltuğuna taşıyabilirdi!
Güçlü bir devlet dış düşmanın kimliğini ağzında gevelemez, net bir şekilde açıklar ve karşı koyar. Bizimkiler ise ‘dış düşman’ ile askeri ittifak anlaşmaları imzaladıkları için ‘yerli işbirlikçiler’ sakızını ağızlarında geveliyor. Şimdiye kadar kimse yerli işbirlikçilerin kimliğini resmen ortaya çıkaramasa da, ideolojik ve dini kesimler dönemin siyasi önceliklerine göre birbirlerini hep bu yaftayla suçlamayı sürdürüyor. 
Elbette Müslüman Türk milletinin tarihteki muhteşem rolüne yeniden soyunmasını istemeyen ezeli düşmanları var. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yeni bir ulus oluşturma safhasında kaçınılmaz ve kısmen yerinde bir kararla iç düşman algısı üretildi. Ancak arkadan gelen hükümetler, bunu zamanla rehabilite etmek yerine siyasi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeyi seçtiler. Toplumdaki kifayetsiz liderler de dış mihraklar üzerinden kendilerine bir varlık ve hakimiyet alanı açmakta zorlanmadılar. Oysa aptal dost akıllı düşmandan daha zararlıdır. 
Toplum kesimlerini birbirine kırdırmak, dehşet dalgaları yayarak halkı sindirmek, insanların kişilere ve kurumlara güvenini sarsmak ve baskı operasyonlarını en basit kabile devletleri dahi kullanır. Milletin sağduyusunu baskılayıp yılgın kitleler oluşturmak, derinliği olan bir devlet aklını değil aksine ilkel bir korku imparatorluğunun varlığını gösterir. Dış düşmanlar da zaten bunu hedeflemiyor mu? Böyle saf yöneticiler varken yerli taşeronlara ne hacet!

Yazarın Diğer Yazıları