Hükümete yakın Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, İstanbul Sözleşmesi'ni savunan kadınlara “fahişeler” diyerek hakaret etmiş, bunun üzerine AKP içerisini de kapsayan bir tartışma başlamıştı.
AKP’li kadınlar, 81 ilde Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Bu gelişmeler üzerine Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Dilipak, “Rabbime arzım ve O’ndan niyazımdır!” başlıklı bir mektup kaleme aldı.
Asiye Dilipak, Yeni Akit'te yer alan mektubunda; eşi Dilipak'ın sözkonusu yazısı sonrası AKP yönetimi ve AKP'li kadınlar tarafından kendilerine yönelik bir iftira ve linç kampanyasına başladığını belirtip "Televizyonda önce Lütfiye Selva Çam hanımın, sonra da Cumhurbaşkanının eşime yönelik sert ithamlarını ve bu ifadeleri avuçları patlarcasına ayakta alkışlayan kadınları içim acıyarak, ibretle izledim bizi karalayan ak kadınları(!?)" dedi.
"Günlerce, yapılan yanlışlığı anlarlar ve dava açmazlar umudu taşıdım. Birçoğuyla 30 yılı aşkın arkadaşlığımız vardı. Evimize gelmişler, evlerine gitmiş, aynı masada yemek yemiştik." diyen Asiye Dilipak, "bir kişinin bile telefon açıp ‘durum nedir’ diye sorma zahmetine katlanmadığını" dile getirdi.
“Emine Erdoğan hanım ve gönüllü bir çok kardeşimizle aynı masanın etrafında oturuyor, ‘daha fazla neler yapabiliriz’leri konuşuyorduk. Herkesin büyük bir samimiyetle sadece Allah rızası için çalıştığı dönemlerdi” diyen Asiye Dilipak'ın mektubunda ilgili bölüm şöye:
“İBRETLE İZLEDİM BİZİ KARALAYAN AK KADINLARI”
“Gazeteci bir hanımın attığı bir Tweet ile başlayan, sayısını bilmediğim kadar çok kişinin hakaret ve küfürleriyle büyüyen, Abdurrahman Bey’in maksadı dışında yorumlanan bir ifadesi üzerinden, AK Parti yönetimi ve AK Partili kadınlar bir iftira ve linç kampanyasına başladılar. Televizyonda önce Lütfiye Selva Çam hanımın, sonra da Cumhurbaşkanının eşime yönelik sert ithamlarını ve bu ifadeleri avuçları patlarcasına ayakta alkışlayan kadınları içim acıyarak, ibretle izledim bizi karalayan ak kadınları(!?)
Şimdiye kadar yaşadığımız hiçbir şey beni bu kadar yaralayıp üzmemişti, içim kan ağlıyordu. Günlerce, yapılan yanlışlığı anlarlar ve dava açmazlar umudu taşıdım. Birçoğuyla 30 yılı aşkın arkadaşlığımız vardı. Evimize gelmişler, evlerine gitmiş, aynı masada yemek yemiştik. Bir tanesi bile telefonu açıp ‘durum nedir’ diye sorma zahmetine katlanmadı. Bu kadar bile hukukumuz yokmuş bu insanlar nezdinde, bunu görmüş oldum.
Suç duyurusunda imzası olanlar makamlarında yükselirken, biz birbirimizden uzaklaşmışız demek ki. Hak, hukuk, kadir, kıymet değil; “makam-mevki” geçer akçe olmuş. Bu mesele karşısında, “doğru nedir”, “Allah rızası nerededir” demek yerine, “teşkilatım ne der”, “yöneticim ne düşünür” diye endişelenir olmuşlar. Bu mesele adeta bir turnusol kâğıdı görevi gördü, kimler vefalı birer dost, kimler değil; kim hasbi kim hesabi bu vesile ile görmüş olduk.”