Adalet terazisi sarsılırsa...

Adalet mülkün temelidir. Adalet terazisi sarsılırsa deprem olmuşçasına memleket harabeye döner, güçsüzler ayak altında ezilir. Böyle bir toplumda huzur ve sükun olur mu?

İşte bunun içindir ki büyük devlet adamları her zaman adaletin önemini kavramışlar ve adaleti her şeyin üstünde görmüşlerdir. Söz gelimi Osmanlı padişahları, haleflerine bıraktıkları vasiyetlerde "adalet" üzerinde ısrarla durmuşlardır. Aşağıdaki mısralar Orhan Gazi'nin, oğlu Murad Hudavendigâr'a vasiyetinde yer almaktadır:

"Çü istiklâl buldun saltanatda //Adâlet eyle dâim memleketde//Garaz nâm-ı nikûdur ana çalış//Kimesne itmesin cevrinle nâliş//Kaparsan arsa-i adl içre kûyı//Bulursun bî-gümân nâm-ı nikûyı."

(Saltanat tahtına geçtin, memleketi daima adaletle yönet. Geride iyi bir ad bırakmaya çalış, kimseye zulmetme. Ülkeye adaleti hâkim kılarsan hep hayırla anılırsın.)

Üzülerek belirtelim ki millet olarak her zaman aynı çizgide yürüyemedik. Zamanla ortalığı dalkavuklar işgal etti. "Liyâkat"in yerini "sadâkat" aldı. Makam-mevki parayla alınıp satılmaya başlandı. Yani adalet terazisi sarsıldı. Maddeten ne kadar güçlü gibi görünürseniz görünün, toplumda adalet duygusu zedelendi mi çöküş mukadder demektir. Namık Kemâl ne güzel söylemiş:

"Bulunmazsa adâlet milletin efrâdı beyninde//Geçer bir gün zemîne, arşa çıksa pâye-i devlet."

(Milletin fertleri arasında adalet olmazsa, devletin pâyesi arşa çıkmış olsa bile bir gün muhakkak yerin dibine geçer.)

Osmanlı İmparatorluğu durup dururken çökmedi her halde. Önce "yöneticiler" adaletten saptı. Hastalık sonra hâkim ve savcılara bulaştı ve sonrası malum...

İsterseniz önce İbnülemin Mahmut Kemâl İnal'ın (ö. 1957) naklettiği -meâlen- şu anekdotu dikkatle okuyalım, 19. asrın ikinci yarısındaki adalet sistemiyle günümüz adalet sistemini karşılaştıralım sonra da bizi nasıl bir akıbet beklediğini düşünelim:

Bazı yazarlar zararlı eserler (âsâr-ı muzırra) neşretmekle itham edilerek "fitne ve fesat çıkarmaya çalışmak" (Sâî bil-fesat) iddiasıyla mahkemeye verilirler. Mahkeme sürgün edilmelerine karar verir. Mahkeme üyelerinden Hersekli Arif Hikmet (ö. 1903) karara itiraz eder. Ve der ki:

Bir kâtili mahkûm etmek için suç âletini görmek gerektiği gibi, sürgün edilmelerine hükmedilen kişilerin suç âletini de (âlet-i fesât) görmek lazım. Zararlı neşriyat (âsâr-ı muzırra) ne imiş, ortaya konulsun, tek tek inceleyelim. Yazarın fitne ve fesat çıkarmaya (sâî bil-fesât) çalışıp çalışmadığına vicdanen kanaat getirelim. Böyle körü körüne hüküm verilmez.

Mahkeme âzâları aslında dürüst insanlar olmalarına rağmen Arif Hikmet Bey'in sözünü bizzarûre (üstlerinden korktukları için) duymazdan gelirler. Arif Hikmet ısrar edince mahkeme âzâlarından biri: Hikmet Bey, canım kardeşim, âsâr-ı muzırra (zararlı yayınlar) denilen kitaplar incelenip de muzır (zararlı) olmadığı meydana çıksa, bu hakikati ortaya koyabilecek yiğit hani nerede? der. Bunun üzerine Hersekli Arif Hikmet lânet okuyarak mahkemeyi terk eder...

Doğrusu, adalet sisteminin işleyişi bakımından İmparatorluğun son dönemleri ile günümüz arasında çok büyük benzerlikler yaşanmaktadır. Allah âkıbetimizi hayır eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları