Adalet Yürüyüşü ve Bahçeli!

15 Temmuz'daki hain darbe girişiminden sonra Türkiye'nin en büyük beklentisi, kaybolan adalet anlayışının yerine getirilmesiydi. Kamudaki liyakat sisteminin yeniden devreye sokulması, cemaat ve tarikat referanslı kamu yerleştirmelerinin son bulması, tıkanan siyasi kanalların açılması, engellenen parti kongrelerinin yerine getirilmesi, FETÖ'cüler ve onları bugünlere getirenlerin adalet önünde hesap vermesiydi.

Ancak bu beklentiler karşılanamadı, karşılanamadığı gibi bu yönde iyi niyetli adımlar da atılmadı. Toplumun en büyük ihtiyacı olan birlik ve beraberlik mesajları havada kaldı.

Devlet kurumlarına liyakat sistemi beklenirken, bir ülkenin temelini oluşturan hakim atamasında bile parti referansları devreye sokuldu. Türkiye'nin kaderini etkileyecek rejim değişikliği referandumu, gayrihukuki yollarla koltuğunda oturan Bahçeli eliyle devreye sokuldu.

MHP'deki değişim hareketine her türlü iftiralar atıldı. Buna rağmen, milliyetçilerin "hayır" dediği referanduma gidildi. Bu süreçte olur-olmadık, alakalı-alakasız birçok kişi, FETÖ'nün yıllardır yaptığı yöntemlerle suçlandı.

Referandum günü, seçim sonuçlarına doğrudan etki edecek kararlarla, kimsenin içine sinmeyen bir rejim değişikliği gerçekleştirildi.

Aynı günün akşamında daha sonuçlar kesinleşmeden "hayır" diyen vatandaşlara yönelik tehditler, saldırgan söylemler artırıldı.

Bu saldırganlık gün geçtikçe devam etti ve daha da edecek gibi gözüküyor.

Darbecilerin yargılanması konusunda tüm Türkiye tek bir düşünceyi taşıyordu; Yargılayın, hesabını sorun. Ancak çok kısa bir süre içinde bu soruşturmalar sulandırıldı. Bilhassa Darbeleri Araştırma Komisyonu milletin aklıyla alay etti. Koskoca komisyonun başına Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının bir numaralı destekçisini getirdiler. Komisyondan aylarca doğru-düzgün bir açıklama gelmedi. Açıklanan rapordaki FETÖ'yü bugünlere kimlerin getirdiği, devletin en hassas birimlerine kimlerin yerleştirdiğine ilişkin tek bir kelam edilmedi. Necip Hablemitoğlu'nun 15 yıl, Yavuz Selim Demirağ'ın ise 3 yıl önce yazdığı kitapların yanına bile yaklaşamayacak garip bir rapor açıkladılar, hem de sahte bağış fişleriyle!

Türkiye'nin dört bir yanında asayiş olayları patladı. Gün geçmiyor ki bir çocuğumuz hunharca katledilmesin. Televizyon ekranlarından her geçen gün vahşet yükseliyor. Çünkü hapishanelerde yer kalmadı! Arabasıyla polisi şehit eden yönetmen çocukları 2-3 ay yatırılıp çıkarıldı, hem de tüm Türkiye'nin tepkisine rağmen.

Asayiş olayları büyürken, FETÖ'cülükleri cümle alem tarafından tescilli damatlar hızlı bir şekilde 1 günde serbest bırakıldılar.

Böyle bir tablo da yetmemiş olacak ki Suriyelilere vatandaşlık verilmeye başlandı.

Referandum sürecini Batı karşıtlığı üzerine kurgulayanlar, "evet" çıktığını iddia ettikten sonra "AB ile tam üyelik müzakerelerine devam ediyoruz" açıklaması yaptılar.

Ve daha yüzlerce örnek...

Geldik 15 Haziran'a... Ana Muhalefet Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu "Artık bıçak kemiğe dayandı, ben adalet yürüyüşüne başlıyorum" açıklamasıyla Ankara'dan İstanbul'a yürümeye başladı. Sevin sevmeyin, destekleyin desteklemeyin. Ancak bu kadar büyük adaletsizliklerin, hukuksuzlukların ve baskının olduğu bir ortamda saygı duymak zorundasınız.

Bu demokratik eylem hakkının en bariz, en açık, en medeni örneğidir.

Türkiye'de iktidara muhalif olmanın büyük bir suçmuş gibi algılandığı şu günlerde, parti kimliklerinin bir kenara bırakılarak bu yürüyüşün başlatılması önemlidir. Türk siyasetinde bir ilk olması bakımından da tarihidir.

Öte yandan Kılıçdaroğlu'nun birinci gününü sorunsuz tamamladığı dakikalarda Bahçeli'nin twitter paylaşımları akıl alacak gibi değildi. Aynen şunları yazdı: "CHP'lilere sesleniyorum; aklınızı başınıza alın, muhtemel ve kestirilemeyen hadiseler patlak verirse, altından ne sizler ne de ülkemiz kalkar! Merak ediyorum ki, İstanbul'dan karşı bir yürüyüş başlarsa karşılaşma ve buluşma noktası neresi ve nasıl olacaktır?"

AKP'nin hediye ettiği koltuktan yapılan bu açıklamalar açık bir provokasyon, iç çatışmanın en tehlikeli sözleridir. İçinde şiddetin olmadığı bir eylemin, bir hareketin bu şekilde nitelendirilmesi açık bir suçtur!

Yazarın Diğer Yazıları