Adaleti çalmadınız mı?

             Arkadaş anlatıyor: "Bizim köyde hafızlık eğitimi almış Osman adında bir adam vardı. Bu adam köyümüzün bakkalıydı. Osman amcanın iki terazisi vardı. Birini köyde birinden bir şey alacağı zaman kullanıyordu, ötekini bize bir şey satacağı zaman... Aynı zamanda cenazeler için kefen lazım olduğunda halk ondan alırdı. Ancak kefeni bir metre eksik verirdi. Gel zaman git zaman günün birinde hacca gitti. Güya bütün günahlarından kurtuldu..."

Söyler misiniz? Hafız olmuş, Kur'an-ı tümden ezbere bilen Osman'a öğrendiği İslam neden hiç tesir etmedi?

Osman gibilerin toplumda sayısı ne kadardır?

                Siyasiler içinde; ilahiyat, imam-hatip okumuş, sözde dini bütün, Hafız Osman benzeri kaç tane insan var acaba?

Bir başka örnek..

Namazında niyazında işadamlarımız ile günlük namaz niyaz bilemese de dine samimiyetle inanan, cumaları hiç kaçırmayan esnafımız Çin'e gidiyor. Orada Türkiye'ye getirip satacağı çeşitli ürünlerden yaptırıp dönüyor. Çin'e vardığında fabrikaya;  "kardeşim" diyor.. "Falanca ünlü markanın kopyasından şu kadar mal istiyorum..."  Bir başkası "ben de filanca markanın kopyasından şu kadar istiyorum" diyor...

Bu arada öğlen yaklaşıyor... Dini bütün vatandaşımız, Çinliye caminin yerini, varsa namaz kılacağı bir mekân olup olmadığını sorarken, ötekiler; kendilerini işaret ederek "Müslim, Müslim!" diye tanımladıktan sonra soruyor: "Helal lokanta nerede?"

Tahminen Çinli cevap veriyor: "Ne yapacaksınız helal lokantayı... Siz az evvel şu markanın, bu markanın sahtesini sipariş vermediniz mi?"

"Evet!"

"Siz de az evvel aynısını yapmadınız mı? Namaz kılacak yeri neden soruyorsunuz" diyordur.

Yani?

Az evvel Müslümanlık sizin için anlam taşımazken, davranışlarınızda alameti görülmezken, sıra yemek yemeye gelince mi nüksetti demek istiyor...

Söyler misiniz; bu nasıl bir kültür? Bu insanların oluşturduğu sosyal yapı, nasıl bir toplumsal düzen ortaya koyar?

Bir soru daha: Böyle bir toplumdan adalet çıkar mı? Hukuk, nefisten ve diğer otoritelerden üstün tutulabilir mi?

Dikkatinizi çekerim: Toplumun genel çoğunluğunda bu ve benzer davranışlar bir arada yaşatılıyor. Haliyle basın-yayın kuruluşlarını yönetenlerin tipolojisi de böyle. 

Bu adamlar, doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyip, bütün günahları sevap gösterdikten sonra caminin yolunu tutmuyor mu? İlahiyat fakülteleri için önemli bir tez konusu bu durum.

Dindarım diyen gazeteciler ve basın kuruluşları ile yayınladıkları haberler, kullandıkları dil, üslup, anlatım tarzı, doğruluk, fikir ileri sürme tarzları arasındaki ilişki nedir? İletişimciler de bunu tez konusu yapabilirler. Bakalım ortaya bir tutarlık ya da tutarsızlık çıkacak?

Tutarsızlık çıkacağını pek sanmam ama yine de araştırmakta fayda var.

Benim ülkemde maalesef böyle gazeteciler, patronlar, halk önderleri var olduğu sürece, ne din, din gibi yaşanır, ne hak, hukuk ve adalet...

Bir örnek daha...

Adamlar sınav soruların çalmışlar. Hırsızlıktan kazandıklarıyla polis, asker, hâkim, savcı olmuşlar... Nihayet sıra görev yapmaya gelmiş, uzun süre yapmışlar da. Bir gün çaldıkları güçten etkilenerek darbe yapmaya kalkınca, suçlanma sırası kendilerine gelmiş ve teker teker toplanıp içeri alınıyorlar. Şimdi sağda solda duyuyoruz. Arkadaşları, dostları bizi görünce soruyor:

"Adalet nerede?"

Nerede olacak?

Unuttun mu? Adaleti çaldınız!... KPSS sınavlarıyla, ÖSS sınavlarıyla, eş dost hep birlikte çaldınız...

Adalet elinizde masumiyetini kayıp etti ve keskin kılıca döndü...

Onu öldürdünüz..

Şimdi size lazım olunca gerçeğini, sağlamını, bozulmamışını başladınız aramaya...

Arayın bakalım...

Yazarın Diğer Yazıları