Adam gibi bir düşman…

Adam gibi bir düşman…

Çok eski zamanlarda bir başka kabileye hasım bir kabilenin otoriter şefi ölür. Haber tez elden düşman kabilenin ileri gelenlerine iletilir. Herkes düğün bayram etmektedir. Ancak şefin keyfi yoktur. Hatta üzgündür. Sevinç faslının ardından kabilenin ileri gelenleri şefin tavrının ardında yatan nedenleri merak eder. Öyle ya, baş düşman ölmüştür işte. Buna sevinilmeyecek de neye sevinilecektir! Bu durum, kabilenin çıkarları için süper bir olanak değil midir? Elbette, ancak şefin böyle düşünmediğini çok geçmeden öğrenecektir kurmayları…

Adamlarını toplayan düşünceli şef, ilk elde şunları söyler:

"Evet, büyük düşman öldü. Bu bizim için iyidir tabii ki. Ancak biz aynı zamanda hakkaniyetli, adaletli, sözünün eri, düşmanlığın bile sınırlarını bilen, kadını, çocuğu öldürmeyen, savaşı bile şerefiyle yapan bir adamı da kaybetmiş olduk. Ve bu adam gereksiz bir damla kan akıtmaktan bile kaçınan biriydi. Yani mert, dürüst ve de vicdanı olan bir düşmanımız öldü…"

Şefin lafları az sayıdaki kurmayının düşünce dünyasında yer bulur, çoğunluğu oluşturan kalın kafalara ise çarpıp geri döner. Durumu bilen şef devam eder konuşmasına:

"Bilmeniz gerekir ki, er kişinin (feministler hemen atlamasa iyi olur, zira devir eski zamandır) kim olduğunu tanımlayan biraz da düşmanının kimliği ve ona nasıl davrandığıdır. Fikriniz, zikriniz ne olursa olsun, bir defa efendi olacaksınız. Dürüst, mert, saygılı, edepli, hoşgörülü, düşene vurmayan, aman dileyene aman veren ve her şeyden önce vicdanlı olacaksınız. O adam böyle biriydi. Katliam çağında merhametini esirgememiştir düşmanından bile. Evet üzgünüm. Kaliteli, bildik ve saygı duyulması gereken bir düşman kaybettim çünkü..."

Sessizce oturan adamların yüzlerinde gezdirdi bakışlarını bir süre şef ve içinden geçen şu cümleyi söylemedi elbette:

"Düşmanla aynı kumaştan dokunup da düşman kalmak ne acı…"

***

BEYEFENDİ

Çakala efendilik olmaz!

Utanmak, sıkılmak, ar, haya, erdem bilmeyen tiplerdir yüzsüzler. Ahlaki olan ne varsa umurlarında olmaz bu tiplerin. En küçük çıkarları için bile ellerinden gelse dünyayı yakarlar. Hayatlarının merkezinde kendi küçük çıkarları vardır. Biraz kedi gibidir bu tipler diye öfkeyle söylendi Beyefendi. Hani kediye kakasını yapması için kumu gösterirsiniz ya defalarca. Burnunu sürtersiniz oraya, inadına koklatırsınız. Başka bir yere bırakmışsa eserini kızar, hatta nutuk bile atarsınız hayvana. Israrla "bak buraya, buraya…" gibilerinden yırtınırsınız. Ancak kendileri çok geçmeden karşınıza geçer, gözünüzün içine baka baka, eserini boca eder sizin en değer verdiğiniz ve temiz kalmasını istediğiniz yere… Ve hiçbir şey olmamış gibi kalkıp gider… Bir de becerebilirse pişmiş kelle gibi sırıtır da ha…

Gülümsemeleri bile çiğ ve hesaplıdır diye devam etti. Yeteneksiz, korkak, hileci, entrikacı, edepsiz, ahlaksız tiplerdir. Durmadan sorun çıkarır yüzsüz ve o sorunları çözmek size kalır. Sayıları çok fazladır ve asla haksız olabileceklerini düşünmezler. En namuslu eleştiriyi bile düşmanlık olarak algılar küçük çıkarlarının hizmetindeki ilkel dürtüleri. Pişkinlikleriyle nam salmışlardır. Arkanızdan konuşma uzmanıdırlar. Sahtekarlık yol arkadaşlarıdır. Küçük çıkarları için her türden utanmazlığa başvurarak yaşar ve bu şekilde kazanacaklarını umarlar. Güçlünün karşısında köpekleşir, zayıf gördüklerine ise aslanı oynamaya kalkarlar. Size ait olanı insan gibi isteyip alacağını bilse bile, yüzü kızarmadan çalabilir. Hatalarını başkasının sırtına yıkar ve bir sırtlanın gülüşüyle eğlenirler. Veren eli ısırmalarıyla nam salmışlardır. Vicdan, merhamet gibi ilkel insanlarda bile var olan insani herhangi bir haslet yoktur kitaplarında. Bir zaman tahammül edersiniz bu tiplere zorunlu olarak ve sonunda artık boğazınıza kadar gelir. Ve işte ozaman bir atasözünü hatırlatırsınız kendinize:

"Çakala efendilik olmaz…"

***

FOTOHABER

Yaz ortalarında bir öğleden sonra... İstanbul'da Tarihi Mısır Çarşısı'nda kalender bir kedi ortalığı teftiş ediyor. Muhtemelen iyi bir yuvada ikamet ediyor, görünüşü, duruşu biraz öyle. Bir kova ilgisini çekiyor. Daha doğrusu kovanın içindeki yemler. Patilerini atıyor kovanın kenarına ve arka ayaklarının üstünde dikiliyor. Bir iki kokluyor köpek mamasını. Hoşuna gitmiyor. Fotoğraf sanatçısı diyor ki içinden, "Bu hergele, köpek mamasının taurin ve araşidonik asit gibi kendisi için hayati besinleri içermediğini biliyor muhtemelen..."

Bir çıt sesi daha duyuyor kedi ve ayrılıyor mamanın yanından...

***

OKUYUNUZ

1939 yılının yazı... 19 yaşındaki Yahudi Emma Bau'nun hayatı Nazilerin Polonya'yı işgaliyle bir gecede altüst olur. 6 haftadır evli olduğu kocası Jacob direniş örgütüne katılmak için kaçar. Gettodaki ailesinin yanına giden Emma, direniş örgütü tarafından buradan çıkarılır ve sahte kimlikle bir Hıristiyan gibi kocasının teyzesinin yanında yaşamaya başlar. Emma'nın yaşamı, Nazi komutanıyla tanıştığında daha da tehlikeli bir hal alır. Emma, halkının can düşmanı bu adama âşık olmaya başladığını fark ettiğinde ise iş işten geçmiş olacaktır...

***

İŞTE O KADAR

Ülkeyi değiştirmek olanaksız. Gel biz konuyu değiştirelim.

James Joyce