"Afet yasası amacına  uygun kullanılmadı" 

 "Afet yasası amacına  uygun kullanılmadı" 
Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası (TMMOB) Şehir Plancıları Odası Başkanı Orhan Sarıaltun, kentleşme ve altyapı sorunlarıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Fatih ERBOZ / ANKARA

Son günlerde özellikle büyükşehirlerde yaşanan sel felaketlerini, kentleşme ve altyapı sorunlarını Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası (TMMOB) Şehir Plancıları Odası Başkanı Orhan Sarıaltun ile konuştuk. 

Önümüzdeki dönemde büyükşehirlerimizde yaşanacak sorunların çözümü için iyi bir şehir planlaması yapılması gerektiğini belirten Sarıaltun, "Dikkat yağmur yağacak gibi açıklamaları görünce ben çok üzüldüm. Yağmur da yağacak, kar da yağacak, bizim bunlara hazırlıklı olmamız lazım. Bu doğal durumlara göre, olaylara göre bizim imar planımızı düzeltmemiz lazım" dedi.

- Kentleşmede sorunların kökeni 1950'li yıllara kadar gidiyor. Son dönemde bu sorunlar hiç çözülmedi mi? 

O yıllardaki göç sonunda gecekondulaşma yaşadık. Bunlar dünyadaki örneklerden farklıydı. Fark, bahçeli evler ve kırsal yaşamdaki hayatın aynen kente taşınmasıydı. Bunları dönüştürmede hazırlıksız yakalandık. Özal döneminde bunların dönüşümü kat verilerek, rant verilerek yapılınca başarısızlık yaşandı. Teknik ve sosyal alt yapıları eksikti. Okulu, yeşil alanı, yolu gibi alt yapıları düzeltip yapıların sağlıklı hale getirilmesi en önemli yoldu. Islah imar planlarıyla kendiliğinden oluşmuş o dokular yasallaştı katları arttı, bu da büyük yaralar oldu. Kaçak yapılaşmalar da bununla birlikte affedilmiş oldu. 2000'li yıllara kadar gelen süreci bu şekilde tarif etmek gerekiyor. 1999 depremiyle birlikte bir takım yasal düzenlemeler yapıldı. Yapı denetim kanunları çıktı. Geldiğimiz noktada onların da olumlu sonuçlar vermediğini gördük. 

- AKP iktidarının kentlere yönelik politikaları da yetmedi mi bu sorunları gidermeye? 

Geldiğimiz süreçte AKP iktidarı döneminde de benzer şekilde aflar söz konusu oldu. Örneğin 2-B yasası çıkarken. Bir taraftan siz yapı denetimi yapıyorsunuz 2-B ile birlikte bir çeşit af kanunu da çıkartıyoruz. Hiçbir şekilde kayıt aklına alınmamış bir yapı dokusunu yasallaştırmış oluyorsunuz. Projesi, denetimi, kaydı olmayan yapı stokunu yasallaştırmış oluyorsunuz. Bunların hepsi çelişkilerdi. Öncelikle belediye kanunun 73'üncü maddesiyle belediyelerin kentsel dönüşüm çalışmaları, arkasında da Van depremi sonrasında çıkan kısa adı Afet yasası olan, Afet riski altındaki alanların dönüşümü hakkındaki kanun. Aslında amacına uygun bir şekilde kullanılmadı. 

- Çıkan yasanın amacına uygun kullanılmadığına dair örnekler neler? 

Depremde yaşanan vahim sonuçlar karşısında sağlıksız yapıların dönüştürüleceği, riskli yapıların yıkılarak yenileştirileceği ifade edilerek bir yasa çıktı. Hiçbir şekilde depremde riski sıfır olan tek katlı yapıların dönüşümü söz konusu oldu. Mesela Ankara özelinde ne Demetevler'i ele alabildiler, ne de Van örneğinde olduğu gibi sağlıksız yapıların dönüşümünü sağlayabildiler. Örneğin Adapazarı'nda yeni bir kent yaratıldı. Eski kentteki sağlıksız yapıları yıkmayı beceremediler. Hala insanlar çatlak binaların içinde yaşamaya devam ediyorlar bugün. Dolayısıyla bu yasa niçin kullanıldı, kentlerin merkezinde, büyük kentlerin merkezinde yoksul insanların düşük yoğunluk olarak yaşadığı yerlerin dışarıya sürgün edilip, yeni daha üst gelir gruplarına dönük yapıların yapılması için kullanıldı. Sulukule örneği, Ankara'da Dikmen örneği, bunlar bilinen örnekler. Bunlar birkaç tane değil, birçok örnek var bu konuda. 

- İstanbul'da bu kadar çok doğal felaket yasanın uygun kullanılmamasından mı? 

Diğer bir şey neydi, bu afet riskini azaltma amacı, örneğin dere yataklarının dönüşüme tabi tutulması özellikle sel felaketinden korunması için kentlerin. Hiçbir şekilde bu amaca uygun dönüşüm söz konusu olmadı. İstanbul'da defalarca yaşanan sel felaketlerinde, Ayamama Deresi'nde TIR'ları götüren düzeyde bir sel yaşandı, can kayıpları yaşandı, oradaki yapılaşma aynen kaldı. Yine aynı şekilde depremde insanların sığınacağı adres olarak gösterilen yerlerin de her sene 3-5'ini kaybettik. 200'den fazla yer sayısı 70'lere kadar düştü. Biz bu yasayı dolayısıyla kötü niyetli kullanmış olduk. Bu yasayı toplum yararına oradaki afet riskini azaltmak için kullanmadık. Çok kat, büyük yetkiler verilen bir yasaydı. Bu yetkileri iyi bir şekilde kullanmadık. Savaş alanına dönmüş insanları zorla yerinden eden uygulamalarla karşılaştık. Daha detaylı bir noktaya gelirsek kendi konutlarına 15-20 bin lira gibi rakamlar gösterilip adres verildiğinde hak sahibi olanlar için söylüyorum 400 bin lira gibi fiyatlar biçilerek yeni yerlerde yoksul olan insanları daha da muhtaç ve zorluğun içine sokan bir sistem oldu. 


Bu yasa onlara da yetki veriyor. Bakanlar Kurulu kararıyla da olsa bu yetkileri kullanıyorlar. Ancak bu yetkileri az önce söylediğim gibi kullandılar. İstanbul, Ankara, hatta kimi zaman İzmir'de benzer şeyler yaşanıyor. Bu yasa ile dönüşüm yaparken öncelikle sel riski olan dere yataklarının temizlenmesi amaçlı kullanmalarını beklerdim. Dere yataklarından çanak şeklinde oluşan Ankara'nın bunu yapması gerekirdi. Dikmen vadisinin projesinin başlangıcındaki amacı bir hava koridoru yaratmaktı, buradaki konutları temizleyerek o vadinin açılması sel risklerinin azaltılması gibi amaçları vardı. 1990'ların başında başladı bir türlü bitmeyen, yapı yoğunluğu artan projeye dönüşerek amacından uzaklaşan bir projeye dönüştü. Yüksek yapılar yerleştirildi, hava koridoru görüntüsü kaybedildi. Vadinin yatağında bir park elde edildi ama amacının çok üzerinde bir yapı yoğunluğu da getirildiği için sonuç verimli olmadı. Bunun benzeri projeler doğru şekilde uygulanmalıydı. Yine Ankara'dan örnek verecek olursak İmrahor vadisi. Mogan, Eymir, İmrahor bir sistemdir ve Atatürk Orman Çiftliği'ne doğru akan bir su sistemidir dedikleri halde kendileri 100 bin nüfus getiren, seçim çalışmalarında oranın nasıl özelleşebileceğini sunan projeler getirdiler. Halen daha orada yapı yoğunluğunu arttıran çalışmaları devam ettiriyorlar. Oysa beklenen bu vadinin doğal halinin korunmasıydı ki kendi üst planları da bunu söylüyor. 

- Doğal afet riskleri bu yapılaşma riskini ortadan kaldırmıyor. Son dönemde de sürekli yağış uyarısı veriliyor, hatta komedi dizilerine konu oluyor bu uyarılar. Buradaki durumu nasıl yorumluyorsunuz? 

"Dikkat yağmur yağacak" gibi bir açıklama, "İstanbullular dikkat edin yağmur bekleniyor" endişeyle meteorolojinin açıklama yaptığı bir durum karşısında ben üzüldüm. Yağmurdan korkan devasa bir kent düşünün. Böyle bir şey olamaz. Yağmur yağmazsa başka sıkıntılar olacak. Yağmur da yağacak, kar da yağacak, bizim bunlara hazırlıklı olmamız lazım. Bunlar asla afet değil. Meteorolojik verilir belli aralıklarla, her dere için 10-20-30 yıl da bir taşkın riski yaşadığını belirtirler. Bunlar DSİ'nin verileri içinde var. Bunlar bilinmeyen şeyler değil. Karadeniz'in yağışı ilkokuldan itibaren anlatılır. Bu doğal durumlara göre, olaylara göre bizim imar planımızı düzeltmemiz lazım. Tamamen deprem kuşağında olan bir ülkeyiz, buna hazırlıklı olmamız lazım. Yağış riski olan bölgelerimiz çok fazla olmasa bile iklim değişikliğinden dolayı her yerde ani yağışlar tüm dünyada yaşanıyor. Büyük yağışların olmadığı yerlerde bile olabiliyor. O halde bizim dere yataklarını büyük yağışların olmadığı yerde de yapılaşmaya açmamamız gerekiyor. 

Ciddi alt yapı eksiklerimiz neler, bunu nasıl tanımlıyorsunuz, bunları nasıl çözümleyeceğiz?

Ciddi alt yapı eksikliklerimiz zaten öyle büyük yağmurlar değil, alt düzeyli yağmurlarda dahi mazgallardan suların fışkırmasıyla ortaya çıkıyor. Aslında orada o alt yapı eksikliğinin birinci nedeni de çoğu zaman aslında dere yataklarını yola çevirdikleri için her kentte bu vardır, o su hızla toplanıyor o bölgelerde alt yapı yapılmış olsa dahi kapasitesinin üzerinde oldu mu dışarıya taşmaya başlıyor. Maalesef hemen her yerde betonlaşma söz konusu olduğu için toprakla bulaşamıyor. Tekrar plana dönmüş oluyoruz ama yanlış yapılaşma sonrası alt yapıyı ne kadar iyi yaparsanız yapın çözüm bulmakta zorlanıyorsunuz. Alt yapımızın kapasitesinin 8-10 katı yapılaşma var yukarıda.

- Yerel yönetimler alt yapı çalışmalarına ağırlık vermiyor mu? 

Büyük kentlerimizde alt yapı ile uğraşmaktan imtina etme yaklaşımı var yerel yöneticilerin. Alt yapı ile uğraşan seçim kaybeder gibi komik laflar vardı bazı yerel yöneticilerde. Oysa alt yapı bizim büyük yağmurlarda, kar yağışlarda sizin alnınızın akıyla çıkmanızı sağlayacak. Tertemiz yoğun yağışlardan kurtulursanız sizin için övünç kaynağı olacaktır. Bugün bizim kentlerimizdeki yağışların kat be kat fazlası Avrupa'daki kentlerde oluyor. Hiçbir şekilde sıkıntı yaşanmıyor. 

Türkiye'de çarpık ve yoğun kentleşme var. Nasıl çözecek Türkiye bu problemi?

Hem siyaset, hem yerel yönetimiyle birleştirerek, hiçbir parti ayrımı gözetmeksizin çok net şeyler söylemek lazım bu konuda. Bir kere hiçbir zaman, hiçbir yerel yöneticinin ben otomobil öncelikli plan yapacağım diyememesi lazım, bu bir politika olması gerekiyor. Bu bilime aykırı, şehircilik ilkelerine aykırı bir söylemdir. Örneğin Ankara'yı yönetenler bunu dile getirir. Ben otomobil öncelikli yapacağım, insanları da böyle yaşamaya alıştırıyor uzun yıllardır. Büyük kentlerdeki toplumun alışkanlıkları toplu taşıma üzerine kurulmuyor, tamamen özel araç sahipliği üzerine kuruluyor. Her evde iki araba olmaya başladı. Bir evde iki çalışan varsa, bir okuyan varsa mecburen o sıkıntılı toplu taşımı istemedikleri için özel araçla yaşamaya alışıyorlar. Bundan vazgeçmeliyiz. Avrupa'da insanlar kentlerin içine arabaların sokulmasını yasaklama noktasına geldiler. Avrupa'nın büyük kentlerinde şehir merkezlerine para ile giriliyor. İktidar bunu bir kez dillendirmişti, birkaç yıl önce biz destekledik. Bunun paralelinde toplu taşıma sistemini düzeltmeniz gerekir. İstanbul'da metrobüs ağır aksak iyi sonuçlar verdi. Daha planlı çalışılsa daha olumlu sonuç verir.  Düzgün bir sistem kurup maliyetini karşıladığınız zaman en iyisi metro ama onu da iyi işletmeniz gerekiyor. Gereği gibi işletmediğiniz zaman metro da atıl yatırıma dönüşebilir. Ankara örneği gibi. Düzgün çalışan bir metro sistemi insanların alışkanlarını değiştireceği için en güzelidir diyebiliriz. 

Başta İstanbul olmak üzere büyük kentler sel felaketi ile yaşamaya alışmalı mı bu şartlar altında ve en önemlisi büyük depreme hazır bir şehir planı söz konusu mu İstanbul'da? 

Bir kere sele alışmalı demek doğru değil. Bunun böyle aşamalı bir çözümü için çalışılması gerekir. Neden aşamalı diyorum, çeşitli evrelerle bazı şeylerin yapılması gerekiyor. Mesela az önce söyledik uzun vadede dere yataklarının açılması, dere yataklarında mümkün olduğunca suyun toprağa çabuk ulaşacağı bir düzenlemeye gidilmeli. Yani yeşil alanlar yapılmalı. Yeni yapılar yapılmalı. Belki maliyetli uzun vadeli ama bu Afet Yasası'nı bu amaçla kullanabilirsiniz. Burada çok ciddi avantajlar sağlıyor yerel yöneticiler için. Daha kısa vadede ise sakınım planları yapmalısınız. Bu da gene böyle esaslı bir şekilde uygulanır. Doğal afetlerden kenti nasıl sakınırsınız anlayışını çalışmanız lazım. Afet olmadan önce, olduktan sonraki hazırlıklar. İstanbul'da 1999'dan sonra bir kısmı yapıldı ama o planların öngördüğü yerler yapılaşmaya açıldı. Kenti için, afet anında sakınım planları içinde bir görev üstlendiyse bir toplanma alanı olduysa o asla değiştirilemez kural yani anayasa olmalıdır. İstanbul'da yapılan en büyük yanlış budur.

- Yerel seçimlerin ana ekseni bu mu olmalı? 

Şimdi aslında şöyle bir şey söyleyeyim, bir önceki yerel seçimler öncesinde projeler uçuştu. Bütün kentlerde bütün adaylar ve bütün partiler proje sundu. Bunların hepsi de dönüşüm üzerineydi. Kentleri yıkıp yeniden yapacağız projeleriyle çıkıldı. Sonraki seçimde ne oldu? Örneğin İstanbul Fatih'teydi yanılmıyorsam,  pankartlar açtı asla kentsel dönüşüm uygulanmayacak bu mahallede tarzında. İnsanlar gördü ki kentsel dönüşümde ellerinden mülk gidiyor kendileri boş kalıyor, yani dönüşümden bana fayda yok diyor amacına uygun kullanılmadı diyor. Toplum bu konuda bilinçlendi yani şunu yıkacağım, buraya bunu yapacağım diye bana gelme diyor. İyimser olabilirim ama bütün adayların bilinçli davranacaklarını tahmin ediyorum. Bir ülke politikası olmalı dedim ya, otomobil öncelikli bir ulaşım sistemini hiç kimse dillendirememeli. 

İlgili Haberler