Ahlaksız darbe!

Türkiye’nin Batı eksenindeki konumunu sürdürmesini isteyen sözde müttefiklerimiz, kendi kültürleriyle yetişmiş aydınlarımızı farklı yöntemlerle maniple ediyor. Kimini para, makam ve şöhretle kimini korkutarak, kimini de bilinç altına yerleşmiş tarihsel travmaları kaşıyarak yönlendiriyor. Aralarında küçük detaylar olsa da Batılı güç odaklarının planları genel hatlarıyla şöyledir:
Ne demokrasinin kurumlaşmasını ne de Batı yörüngesinden çıkmamızı isterler. Sistem sağlıklı çalışırsa demokratik denetim mekanizmaları gelişir ve yolsuzluklar sorgulanmaya başlar. Sonuçta ucu çıkarlarına dokunacağı için tam demokrasi yerine hukuku askıya alan olağanüstü süreçleri tercih ederler. 27 Mayıs 1960’da çok partili demokrasinin kurumlaşma riski ortadan kaldırılmıştır! 12 Mart 1971’de de Türkiye’nin NATO ve Batı ekseninden çıkma tehlikesi bertaraf edilmiştir. Ancak NATO ve AB üyeliklerinin devamı için parlamentonun kağıt üstünde de olsa açık kalması gerekmektedir!
Normal dönemlerde infiale ve siyasi krizlere yol açacak önemli kararlar darbe atmosferinde aldırılır. 12 Eylül’de Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü onaylanır, 28 Şubat’ta Türkiye-İsrail askeri iş birliği zirveye çıkar, 27 Nisan e-muhtırası ardından yaşanan gerginliklerde İsrail’in OECD üyeliğine veto yetkimizi kullanmayız. Daha sayılabilecek onlarca örnek dünya kamuoyunda ve merkez medyada “Türkiye’den jest” olarak duyurulur ancak bu jestler hep tek taraflı kalır, hatta aleyhimize döner.
Toplumun beklentileri kendilerine en yakın siyasi parti eliyle kırılır. Bağımsız dış politika, sosyal adalet ve demokrasi umutları yükseldiğinde, bu beklentileri dillendiren sosyal demokrat partilerin iktidarı sırasında ekonomik ve siyasi krizler halkı adeta canından bezdirir. Doğu Türkistan, Çeçenistan gibi milli davalarda ise en çok taviz, buna en fazla sahip çıkması umulan hareketlerin kurduğu hükümetler zamanında verilir. Bölücü örgüt elebaşının idamdan kurtarılması ve İsrail’le askeri iş birliği gibi kirli kumpaslar, muhalefetteyken bu işe en sert tepki veren siyasi partiler iş başındayken gerçekleştirilir.
Milleti tarihteki şanlı yerine yeniden yükseltecek temel inanç ve ülküler yine bunların sözcülüğü iddiasında bulunanlar devletin başındayken aşındırılır. Milli mefkureyi savunanlar sanki mafya teşkilatlanması gibi gösterilirken, dini hassasiyetleriyle tanınanlar ise şahsi iktidarları için her türlü ahlaksızlığı yapabilen inanç bezirganı konumuna düşürülür. Sonuçta toplum tüm ideoloji, ülkü ve dini düşüncelere karşı güvensizlik duyar ve yılgınlığa düşürülür!
Süper güçler bunları gerçekleştirmek için içimize adam yerleştirmeye de gerek duymaz! Elbette bu tür ajanlar vardır. Ancak asıl tehlike, siyasi hareketler içerisine bir şekilde girmiş ahlaksızlar ve kifayetsiz muhterislerdir. Kişilikleri oturmamış karakter fukaraları ve savunduğu idealleri nefsinde yaşamayan çapsızlar; paraları, laf cambazlıkları ve komplo yetenekleriyle ön plana çıkar. Bu tiplerin önlerinin açılması o davaların bitirilmesi için en kullanışlı ve en ucuz yöntemdir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması yıkılması ile dünyadan yaşanan değişimler elbette bölgemizi ve bizi de etkileyecekti. Türkiye ne yıkılan duvarların arasından Türk cumhuriyetlerine ulaşmayı başardı ne de Arap Baharı rüzgârı ile yelkenlerini doldurabildi. Aslında oluşan boşluklar mükemmel fırsatlar sunuyordu. Rusya ve Batı arasındaki gerginlikte rahatça dengeyi sağlayabilir, fazla tepki de çekmezdi. Ancak kişilik fukarası, çapsız, plansız ve sabırsız yönetimlerin elinde muhteşem fırsatlar harcandı. Hamaset kokan “Yeni Osmanlı” söylemleri ve kolay yoldan küresel liderlik hırsı ile uyuyan düşmanlar uyandırıldı. Üstelik soydaşlarımız ve din kardeşlerimiz de bizim hatalarımız yüzünden perişan edildi.
Şimdi dost düşman tüm dünya Türkiye’yi ibretle ve hayretle izliyor. Bir yandan “Değerler Eğitimi” verilirken öbür yandan tüm değerlerin nasıl değersizleştirildiğini, gençlerin milli ve dini duygulardan nasıl uzaklaştırıldığını seyrediyor. Dünya liderliği fırsatını kişisel kaprisleri uğruna heba eden tek adamın, yanındaki entelektüel kadroyu da kendine benzeterek saltanatına nasıl paspas ettiğini görüyor. Türk dünyası ve İslam alemi dönüşünü hasretle beklediği bir ülkenin dışarıda nasıl yalnızlaştığını içeride nasıl bölündüğüne şahit oluyor.
En zararlı darbe de bu! Demokratik yasaların askıya alınması ve siyasi kurumların kapanmasından kaynaklanan maddi zararlar telafi edilebilir. Hapislere tıkılan ve sürgüne gönderilen kadrolar “medrese-i Yusufiye” eğitimi aldılar iyimserliğiyle yeniden kazanılabilir, hatta tüm şerlerden hayır çıkaran yorumlar ile demokrasi ve adalet yeniden kurumlaştırılırken, milli ve dini kimlikler zinde tutulabilir. Ancak “Ahlak Darbesi”ne maruz kalan Anadolu insanının birliğini sağlayan bağların yeniden güçlendirilmesi tahminlerden çok fazla zaman alacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları