Ahmet Türk - Atarlanma Odaklı Dış Politika

Ahmet Türk - Atarlanma Odaklı Dış Politika
Gazeteci Yazar Ahmet Türk, AKP iktidarının dış politikasını eleştiren bir yazı kaleme aldı.Türk, "Siyasi iktidarın yumuşak karnının sanıldığı gibi 'ekonomi' değil, ‘dış politika’ olduğu konusundaki ısrarım boşuna değil!" ifadelerini kullandı.

Gazeteci Yazar Ahmet Türk, AKP iktidarının dış politikasını, özellikle son 6 yıldır yürüttüğü Suriye politikasını eleştiren bir yazı kaleme aldı. Türk, "Ülkemizi yönetenler ne yaptı? Zamanında Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma odaklı stratejileri devreye sokacakları yerde, Esed takıntılı bir Suriye politikasıyla Suriye’nin parçalanmasından medet umdu! Oysa Suriyede yani burnumuzun hemen dibinde yakılan bir ateşin kıvılcımlarının ilk düşeceği yer ülkemiz olacaktı!" ifadelerini kullandı.

İşte Türk'ün "Atarlanma Odaklı Dış Politika" başlıklı yazısı:
 

“Artık coğrafyalar küreselleşmiş, artık küresel denklem kendi arasındaki hesapları sınırlı coğrafyalar üstünde ve vekâlet savaşları yöntemiyle işletiyor. Bu yolla devletlerini dinamik ekonomilerini güçlü ve canlı kılıyorlar. Akıllı devlet adamı, kendi ülke coğrafyasını o hesaplaşmanın alanı haline gelmesine müsaade etmez.”

Sizce bu hakikatli vaziyet tespiti ve istikamet tayini kime aittir?

Sözü okuduktan sonra aklınızdan bir sürü kadim devlet geleneğine sahip ülke yöneticisi veya isabetli hükümler veren makbul bir siyaset ve strateji uzmanının ismi geçmiştir mutlaka...

Çok şaşıracaksınız ama bu cümleler Barzani’ye ait! Hani Birçok devlet adamı tarafından ekürisi Talabani'yle birlikte 'siyasi fahişe' olarak nitelendirilen, 25 sene önce Irak hududunda astsubayımızla muhatap olmak zorunda kalan, saklandığı masa altlarından kulağı çekilerek çıkarılan Barzani’ye ait! Hani ‘siz bu aşiret kafasıyla ve ABD himayesinde siparişle mi devlet kuracaksınız?’ diye burun kıvırdığımız Barzani!

Yav biz bu adama kızıyorduk ama bu adam devlet olacak düşünce sistemine çoktan erişmiş meğerse! Adam daha henüz özerk olan ve devletleşme sürecinin son raddesine gelmiş olan kendi topraklarının güvenliğini ve refahını nasıl sağlayacağını çözmüş!

Peki, sözylediklerinde haksız mı? Değil!

ABD sınırlarının binlerce kilometre ötesinde PKK/PYD/Peşmerge gibi devlet altı örgütlenmeler üzerinden 'operatif devlet modu'nda iş görüyor. İran; Irak’ta Haşdi Şâbi, Suriye’de Hizbullah, Yemen’de Husiler üzerinden vekâlet savaşları yürüterek rekabet ve çatışma alanlarını kendi sınırları ötesinde işletiyor! Suud bile İran’la hesaplaşma güzergâhını Suriye’ye ittiriyor! Allah’tan İran buna uyandı da çatışma ve rekabet güzergâhını Yemen taşıdı da Riyad üzerine yemendeki Husiler aracılığıyla füzeler uçuruyor! Yine sınırının binlerce kilometre ötesinde Suriye’de müthiş bir nufûz ve alan hâkimiyeti elde eden ve ABD ile ‘gizli’ ve ‘aşikâr’ bir süreç yürüten Rusya bununla yetinmiyor, Mısır’a Süveyş’e yerleşiyor. Körfez ülkelerinin 11 milyon varil petrolünün 6,5 milyon varilini taşındığı Kanal’da söz sahibi oluyor. Hem çatışma ve rekabet güzergâhını ülkesinden uzakta tutarak ülkesinin güvenliğini sağlıyor, hem de zenginleşiyor! .

Ülkemizi yönetenler ne yaptı? Zamanında Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma odaklı stratejileri devreye sokacakları yerde, Esed takıntılı bir Suriye politikasıyla Suriye’nin parçalanmasından medet umdu! Oysa Suriyede yani burnumuzun hemen dibinde yakılan bir ateşin kıvılcımlarının ilk düşeceği yer ülkemiz olacaktı! Bu ülkenin Suriye politikalarını sevk ve idare edenler, müstakbel riskleri ve yapılan ikazları umursamadı bile her zamanki gibi… Altı sene sonra, aslında bölgede oyun kurucu değil, sadece kale kapısını kıracak iş bittikten sonra kapının arkasına konulacak ‘koçbaşı’ misyonuyla sınırlandırıldığımızı anladığımızda ise iş işten geçti!

İşte, Suriye’nin parçalanması üzerinden gelecek tasavvurunda bulunan ve çatışma alanlarını çevre coğrafyamıza ağırlayan veya yığan 'stratejik ortaklıkların' ağır bedellerini ödüyoruz şu anda…

Gelinen aşamada, sınırlarımız askerî blokaj altında, ticaretimiz ağır hasar almış durumda… ABD’nin ‘rezerv alan stratejisi’ mucibince PKK ve türevlerini ‘tamamen’ yan unsuru haline getirmesi, Kıbrıs, Ege adaları ve mülteci orijinli sorunlarda cabası… Adeta ateş çemberi içindeyiz. Bu çatışma ve rekabet alanlarının stratejik ve taktik boyutları, ‘direkt’ ülkemizi etkiliyor ve tehlikeye atıyor.

Üstüne üstlük şimdide Avrupa ile cebelleşmeye başladık! En tazesini ise daha dün yaşadık! Beştepe’de ki son ‘atarlanma odaklı’ dış politik mesaj, 'arkasına Rusya’yı alarak AB ve NATO ile sürekli kavga eden Türkiye' algısıyla motive olan Batı medyası tarafından, ‘Erdoğan Avrupa'da her insanın güvenliğini tehdit etti’ şeklindeki manşetlerle Batı kamuoyuna taşındı!

Şu anda Avrupa, Türkiye tarafından Suriyeli ve diğer Arap ülkelerinden gelen mültecilere kapıyı açmakla tehdit ediliyor… Madem Türkiye mülteciler eliyle mi çatışma alanını Avrupa’ya taşıyarak içeriyi rahatlatmayı düşünüyor, ki bu bence isabetli bir hamledir, lakin bu işin yolu-yöntemi bu mu? Devletler stratejilerini ve hamlelerini 'Eyy…' diye başlayan alenî tehditlerle açık ederek mi devreye sokarlar? Daha doğrusu siz hangi büyük devletin tehdit ettiğini gördünüz? 'Büyük' ve 'güçlü' devletler ne şikâyet ederler ne de tehdit! Sadece yapılmasını gerekeni yaparlar!

Geline aşamada bakıyorsunuz, sırf şu mülteci tehdidi yüzünden NATO gemileri Ege ve Akdeniz’de cirit atıyor. Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarında askeri önlemler arttırılmış durumda. Bu iş böyle giderse Türkiye’nin NATO üzerinden delegelerin oyları ile uyarılmasıyla kalınmaz! Yarın bir gün ortalık karıştığında bırakın ABD ve AB ülkelerini şu anda kanka diye yanaşılan Rusya ve Çin bile bizim ülke üzerinden ses getiren ‘işlere’ imza atarlar!

İçerideki ve dışarıdaki realiteden kopuk bir avuç seçmeni gaza getirmeye çalışırken, hem içerimizin hem dışarımızın huzurunun tehlikeye atıldığını görmüyor mu ülkeyi yönetenler? Hadi yukarıdaki riskleri bir tarafa bırakalım, AB başkentleriyle girişilen lüzumsuz ve anlamsız tartışmalar, Avrupa’daki milyonlarca Türk kapasitesini çok zor durumda bırakmıyor mu? Maalesef bu lüzumsuz gerginlikler yüzünden Avrupa’daki Türklerin hedef gösterilmeye ve nefret objesi haline getirilmeye çalışılıyor! Bu el topraklarındaki vatandaşlarımızın huzurunu korumak, Türkiye’yi yönetenlerin sorumluluk alanına girmiyor mu?

Hani nerede ‘kaideli devlet' geleneğimize göre dış politikamızın üç esasından biri olan ‘Tam Güvenlik’ şartı?

Hülasa,

Siyasi iktidarın yumuşak karnının sanıldığı gibi 'ekonomi' değil, ‘dış politika’ olduğu konusundaki ısrarım boşuna değil!

Maalesef, uluslararası teamüllere uyamadığımız için, onları kendimize uydurmaya çalışıyoruz! Batı başkentleriyle sürekli kavga eden ama devasa ekonomik çarklarıyla arayı iyi tutmaya çalışan tek ülkeyiz!

Hani “bırakın anayasa değişiklik paketinin içeriğini ve teknik detaylarını, eğer 16 Nisan’dan sonra sandıktan ‘Evet’ çıkarsa, yani bilhassa 2014 yılından beri ‘fiili’ olan durum ‘yasalaşırsa’; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘Kaideli Devlet’ formundan ‘Şahsî Devlet’ formuna sürüklenir" demiştim ve ardından ‘Şahsi Devlet’ formuna geçiş yapmış ülkelerin durumları ve kötü tecrübelerini hatırlatmıştım ya…Yukarıda değindiğim hsusulara ve düşüncelere bir de bu açıdan bakın!

İşte, o zaman hep beraber göreceğiz asıl ‘bekâ sorunu'nun ne olduğunu!

 Ahmet Türk / turk1399.com