Ahret lideri!

“Dünya liderliği”  Başbakan Erdoğan’ı kesmemiş olacak ki “Ahret liderliğine”  de soyunmuş bulunuyor.
Hani  “Gezi Parkı”nda İhsan Eliaçık ve arkadaşları namaz kılmışlardı ya, Erdoğan işte bu namaz için,  “Sözde namaz”  diyor.  “Sözde namaz”  demek,  “Bu namaz kabul olunmadı” demek değilse, nedir? İyi de namazların ve cümle ibadetlerin kabul makamı Allah(c.c.) değil midir?
Erdoğan, o namazı baştan sona takip edip, varsa  “şeklî noksanlarını” dile getirip,  “Tavuğun yem yiyişi gibi acele kıldınız” yahut “Şu farz ve şu vaciplerini terk ettiniz, sehiv secdesi yapmanız gerekiyordu” dese, eh deriz, biraz doğru söylüyor.
Amma o öyle yapmıyor, “Sözde namaz” diyor.
Sonra...
Bir cemaatin kıldığı namaz baştan sona şeklî hatalarla dolu olsa bile, bu konuda konuşmak bir Başbakanın işi mi? Diyelim ki Erdoğan “Müminler kardeştir” düsturunu yerine getirmek için “dostça bir uyarı”  yapmak, bir hatadan dönülmeyi sağlamak için bunu yaptı... O zaman, bunun böyle, onlarca televizyondan canlı yayınlanacağını bile bile, açıktan yapması mı gerekirdi?
Velhasıl, nereden bakarsak bakalım hem mevcut hukuka göre suç, hem şeriata göre günahtan başka bir şey değil Erdoğan’ın bu yaptığı. Sen bir yandan Mısır başta olmak üzere bütün İslam ülkelerine laikliği tavsiye edecek,  “Biz kimin ibadetine karışıyoruz” diye bas bas bağıracaksın, diğer yandan birilerinin kıldığı namaza, “Sözde namaz” diyerek hem kulun namazına, hem Allah’ın yetkisine el koyacaksın...
Bunları niçin söylüyoruz?
İşler iyice zıvanadan çıkıyor da onun için söylüyoruz. Kimse Başbakana  “yoğurdun kara” demiyor, diyemiyor. Başbakan da her yaptığını doğru zannede zannede hem kendini hem ülkeyi; hem kendi dünya ve ahretini hem milletin dünya ve ahretini tehlikeye sokuyor.
O söylüyor, millet niye sorumlu olsun demeyin, particilik var ya, işte insanı bu hallere sokuyor. O söyleyince millet de alkışlıyor, yani söyleneni tasdik ederek, kendi söylemiş gibi oluyor.
Böylesi tehlikelerin önüne geçebilmek için kabul edilmeyeceğini bile bile bir teklifte bulunuyoruz.
Diyoruz ki,  “Başbakanı iftar yemeklerine çağırmayın!”
Bir af ve mağfiret ayı olan ramazan, bir nefisle mücadele iksiri olan ramazan, Sayın Erdoğan’ın iftar sonrası nutukları ile kardeşi kardeşe düşürme, namazların kabul edilip edilmediği noktasında karar verme vasıtaları olup çıkıveriyor.
Düşünün...
Komşunuzu evinize çağırdınız, birlikte iftar ettiniz. Allah(c.c.) kabul etsin. Gerçi iftarınız da suyu bol bir mercimek çorbası, ikişer üçer tulumba tatlısı, bir de tavuklu pilav vardı. Bu sofrayı kurmak için bile bayağı hesap kitap yaptınız.
Öyle ya, siz eline ayda 956 lira geçen yüz binlerce SSK emeklisinden birisiniz. Önünüzde bayram var, elektrik, su parası, telefon gideri. Fitreydi, ayakkabıların boyatılması, berber parasıydı derken geriye torunlara verecek harçlık bile kalmıyor.
İşte böyle bir iftar sonrası sokakta bir minibüsten Başbakan Erdoğan’ın 200 tesisin açılışını yapmak için falan saatte falan yerde olacağı anonsu yapılıyor. Siz de öfke ile pencereyi açıyor, mutfaktan kaptığınız bir tencereye kaşıkla vurmaya başlıyorsunuz.
Sizin verdiğiniz iftar yemeklerinde Erdoğan, işte bu emeklinin iftarında olan misafirine,  “Komşunu mahkemeye ver” baskısı yapıyor. Komşuyu komşuya düşman etmek için sizin iftarlarınızı vesile olarak kullanıyor.
İşte bu tür olumsuzlukların önüne geçmek için Sayın Başbakanı iftara çağırmayınız. Çağırsanız bile iftarı acele ile yapıp doğruca ve toplu olarak akşam namazı için en yakın camiye koşunuz. Başbakanı seviyor, orucunuzun kabul olmasını istiyor, millete iyilik yapmayı düşünüyorsanız, tabii...
Yoksa  “Dünya lideri” Sayın Başbakan,  “Ahret liderliği”ne soyunduğunun farkında olmadan başta zatı muhteremleri olmak üzere cümlemizi iki cihan felâketinin eşiğinde bırakır, çeker gider de ayılmamız ahrete kalır, o da bir fayda vermez.
Bu tavsiyelerimiz “muhalifçe” değil  “kardeşçe”dir, inanın.

Yazarın Diğer Yazıları