Allah aşkına, 21 senede geldiğimiz noktaya bir bakar mısınız?..

Allah aşkına, 21 senede geldiğimiz  noktaya bir bakar mısınız?..

Önce Osmanlı Devleti''nin son dönemlerinde geçen ve çok beğendiğim şu sohbeti okuyalım:

"Zamanın Sadrazamlarından Mütercim Mehmet Rüştü Paşa emeklilik zamanında, her vakit yaptığı gibi, bir gün devlet işlerinin iyi idare edilmediğinden uzun uzadıya şikâyet ettiği sırada devlet ricalinden Seyfettin Efendi:

-Efendimiz, tekrar tekrar Sadrazamlık makamında bulundunuz, niçin siz ıslah buyurmadınız? deyince,

Rüştü Paşa şu cevabı verdi:

-Hakkın var. Fakat ben sana hakikati söyleyeyim de dinle: Biz, elimize dürbün alıyoruz, uzaktan denizin ortasında bir gemi görüyoruz. Dümeni, yelkenleri bozulmuş, batacak bir hâlde çalkalanıyor. ''Canım bu geminin içinde adam yok mu, hâlin vahametini görmüyorlar mı, kurtarmaya niçin çalışmıyorlar?'' diye gemiyi kurtarmaya koşuyoruz, içine giriyoruz.

Bir de görelim ki geminin sakinleri, ellerine defler, davullar, zurnalar almışlar, çalıp çağırıyorlar. ''Yahu, bu ne hâl? Batıyorsunuz, kurtulmaya niçin uğraşmıyorsunuz?'' diyoruz. Onlar; ''Ey, çok söylenme, keyfine bak!'' diyorlar, göbek atarak, rakı vererek bizi de kendileri gibi sarhoş etmeye çalışıyorlar. İçindekilerden bir kimseye meram anlatmanın imkânı olmadığını anlayınca biz de onlarla hemhal oluyoruz, vur patlasın, çal oynasın âlemlerine dalıyoruz.

İşte iktidar mevkiine geldiğimiz vakit bir iş göremeyişimiz, söz anlatacak adam bulamayarak nihayet biz de böyle söz anlamayacak bir hâle gelmekte oluşumuzdandır."

***

Vatandaşından yönetme izni alan bir iktidarın aslî görevi, halkının güvenliğini sağlayıp sağlık ve huzur içinde yaşatarak insanların saadetini temin etmektir.

Ülkesini seven, vergisini veren her vatandaş, ailesiyle, eş, dost ve akrabasıyla neşe içinde güzel günler görmek ister.

Memleketimizde 21 senedir vatandaşından tek başına yönetme izni almış bir AKP iktidarı vardır.

Gelin İslam dinine bağlı ve düzgün ahlaklı gibi görünen bu iktidarın, önceden var olan meselelerin üzerine bizi hangi noktaya getirdiğine bakalım.

Önce bürokrasiyle oynandı; bazı bakanlıklar birbirinden ayrıldı, isimleri değiştirildi, tabelalar söküldü yeniden takıldı; gün geldi sonra tekrar birleştirildi, tabelalar tekrar değiştirildi.

Sistem değiştirildi; Başkanlık sistemi dendi, Başbakanlık ve Bakanlıkların bir kısmı kaldırıldı, tabelalar tekrar değişti. Aile Bakanlığı''nın adı üç defa değiştirildi, tabelalar ona göre ayarlandı. Bu değişikliklerden sonra bakanlık çalışanları dahi kendi bakanlıklarının ismini karıştırır hale geldi.

kökleşmiş müsteşarlık sistemi kaldırıldı, bakan yardımcılıkları getirildi, anlar mı anlamaz mı denmeden dışardan adam getirilip makamlara oturtuldu; bu arada genel müdürlüklerin birçoğu bir bakanlıktan alınıp diğerine verildi, tabelalar değiştirildi, sonra değişik isimle tekrar aynı bakanlığa bağlandı, tabelalar ona göre ayarlandı.

Tayinlerde bilgi, ehliyet, liyakat, tecrübe gibi ferdi meziyetler ayaklar altına alındı; eş dost, hatır gönül, iltimas, torpil, himaye gibi ölçüler baş tacı edildi;

Bu arada üç maaşlıklar, dört maaşlıklar peydahlandı; ayda 300 bin lira maaş alıp utanmadan, kızarmadan her ay evine götürenler oldu; fakirin, yetimin hakkı malı götürenin cebine gitti.

Liyakat yerine sadakat, halka hizmet yerine paraya tamah esas alındı; ihale mevzuatı yüzlerce defa değiştirildi, usulsüzlükler kitabına uyduruldu, ihaleler dostlara gitti;

Bu arada dürüst ve görevine bağlı memurların çoğu küstü, işler karıştı, dosyalar kayboldu.

Memur suçlarında patlama yaşandı, bir-iki memurun rüşvet alması unutuldu, 15-20 vilayeti kapsayan 100-150 memuru içine alan organize rüşvet operasyonları yapılır oldu.

Ve böylece kamu bürokrasisi alt üst oldu, düzen bozuldu, vatandaşların işleri sürüncemede kaldı.

Partinin ismi adalet konmuştu ama adalete siyaset sokuldu; camiye siyaset girdi, partiye bulaşmış hâkimler tayin edildi, böylece adalet bozuldu, haklı haksız karıştı, mahkemelik olaylar patladı; icra dosyaları on milyonları buldu, odalar almaz oldu, koridorlara taştı.

Ülkedeki bozulma ve olayların artışı o hale geldi ki, hâkimler de mahkemeler de yetmez oldu. Bu kötü gidiş görüldüğü için İstinaf Mahkemeleri kuruldu, ayrıca Arabuluculuk müessesesi getirildi.

Adaletten ümidini kesen insanlar hakkını bizzat aramaya başladı, alacağını çetelere havale etti, ayaklara sıkmalar normal hale geldi.

Cezaevleri cahillerle, üniversite mezunlarıyla, kadın erkek insanlarla doldu taştı; üç kişilik odada beş kişi yatar oldu. Bunun üzerine Hükümet acilen tedbir aldı; önce cezaevlerindeki suçluların bir kısmını şartlı sokağa bıraktı, sonra ülkenin insanlarını zindana koymak için yeni ve son model cezaevleri açtı!

Sonra kanunlarla oynandı; yangına benzin dökercesine Avrupa Birliği''ne uyum diye yapılan değişiklerle, zina ahlaksızlığı serbest hale getirildi; insan tabiatına ve ahlaka mugayir eşcinsellik/LGBT serbest bırakılarak meşru hale getirildi; ailenin korunması ve kadına şiddetin önlenmesi için kanun çıkarıldı fakat uygulamada çok büyük mağduriyetlere ve şikâyetlere sebep oldu ve Müslüman Türk aile yapısını bozduğu görüldü.

Bu değişikliklerin üretken bir dinamo gibi topluma yansımaları başlamıştı, zira bunlar bir amaç için yapılmıştı; ve artık kötülük toplumun her kesimine dalga dalga yayılıyordu;

Bu arada televizyon ve diğer basın yayın organları ile yapılan dehşetli bir medya bombardımanı ile; doğruluğa, dürüstlüğe ters düşen, dini, diyaneti öldüren, gelenekleri bozan, insanlar arasındaki saygıyı sevgiyi ortadan kaldıran, ahlaksızlığı, fuhşiyatı artıran, hâsılı akla gelen gelmeyen ne kadar kötü ve çirkin şey varsa halkın önüne kondu. Bunlara karşı hiçbir tedbir alınmadı.

***

Bütün bunların sonucunda Türk toplumu çok büyük bir ahlaki çöküntüye uğradı, ahlaksızlık sokağa yayıldı, ülkedeki otellerin büyük çoğunluğu fuhşiyat bataklığına düştü; eşcinsellik, biseksüellik, gaylik gibi nice sapık ilişkiler aldı başını yürüdü; eşcinsel dernekleri, otelleri mantar biter gibi çoğaldı ve toplantıları, yürüyüşleri ile ortalığa yayıldı. En kahredici olanı da mahkemelere aile içi ahlaksız kötü ilişkilerin davalarının gelmeye başlamasıydı…

Boşanmalar patladı, mutlu yuvalar dağıldı, çocuklar ortada kaldı. Her gün birkaçını duyduğumuz olaylardan hangisini anlatalım; koca, boşandığı karısını kendisini koruyan iki polisin arasında bıçaklayarak öldürdü. Boşanan anne, üç yavrusunu babalarına bıraktı; baba, üç evladını öldürdü peşinden kendini astı.

İnsanlar birbirini katlediyor, tacizler artıyor, kadın cinayetleri bitmiyordu. Televizyonlar naklen cinayet görüntüleri yayımlıyor; ormanda, derede öldürülmüş kadınlar, kızlar bulunuyordu. Ateş düştüğü yeri yakıyor, analar ağlıyor, babalar ağlıyor, evlatlar ağlıyordu…

Bunlara üzülen kadınlar toplantı yapıyor, yürüyüş yapıyor ve "Kadınlarımıza, kızlarımıza yapılan bu cinayetleri durduracak yok mu?" diye feryat ediyorlardı ama mekanizma ihale düzenine ayarlanmıştı bir kere, dinleyen olmuyordu.

Bir defasında Şubat 2018''de gazetecilerin sorusu üzerine Sayın Cumhurbaşkanımız R. T. Erdoğan:

"Hatta hatta bu kapsamın dışında zina konusunun da yeniden ele alınmasının çok çok isabetli olacağı düşüncesindeyim. Çünkü bu toplumun manevi değerler noktasında farklı bir konum var. Biz AB sürecinde, bu bir özeleştiridir onu söylemek zorundayım, bu konuda bir yanlışımız oldu ki zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle bu tacizler vesaire bunları belki de aynı kapsam içerisinde değerlendirmemiz lazım." diyordu ama geçtiğimiz beş senede de hiçbir şey yapılmıyordu.

***

Güzel ülkemizin gençlerinin hali başka bir âlemdi;

Bu kötülük saçan medya bombardımanının yanında bir de çevresinden gördüklerinden etkilenen gençlerin çoğu artık zaptedilmez olmuştu; kötülük dalgası katlanarak büyüyordu; evlatlar ana baba sözü dinlemez oldu, öğretmeni sayan kalmadı; kafeler, barlar, gazinolar patladı; bodrum katlardan çatılara kadar türkü barlardan geçilmez oldu; alkol, kumar derken eğlence şirazesinden çıktı.

Uyuşturucu kullanımı 13-14 yaşlara kadar düştü, bu arada çeşitleri de arttı; esrar, eroin, kokain, afyon, bonzai, morfin, metamfetamin… Derken adını da pudra şekerine çevirdiler; böylece ahlaksızlığın, fuhşiyatın her çeşidi tavan yaptı; gece eğlenceleri, çarpık ilişkiler, intiharlar, öldürmeler, beşinci, altıncı kattan atlamalar, atmalar, şüpheli ölümler günlük olaylara dönüştü. Ateş düştüğü yeri yakıyor, analar ağlıyor, babalar ağlıyor, evlatlar ağlıyordu…

Topluma faydalı hizmetler yapması gereken 10 milyona yakın okumuş genç, kafelerde, barlarda boş beleş vakit öldürüyordu.

***

Bu sırada saygı sevgi ortadan kalktı, manevi değerler alaya alınır oldu; hocanın sahtesiyle samimisi birbirine karıştı, insanlar dinden, diyanetten soğudu, her tarafı ateistler, deistler, sardı;

İnsanlar arasında ikiyüzlülük, yalan ve sahtekârlık yayıldı; değerler alt üst oldu; merhamet, vicdan, iyilik, komşuluk, dostluk, arkadaşlık gibi duygular köreldi; aşk ve sevgi, fazilet ve hikmet kayboldu.

Ortada iyilik ve güzellik adına bir şey kalmadı, husumet ve düşmanlık sevginin yerini aldı, haksızlık, zulüm ve insanlık dışı muamele çoğaldı; ümitsizlik ve güvensizlik had safhaya çıktı;

***

Bütün bu olan bitenlerin üzerine tuz biber eker gibi, memlekete başta Suriye, Irak, Afganistan ve Afrika''dan olmak üzere Dünyanın dört bir tarafından 8-10 milyon insan dolduruldu. Anarşiye teröre ortam doğdu, mahalleler ayrıldı, yabancıların kendi aralarında ve bizimkilerle kavgaları başladı, bunlara diğer olaylar da eklenince ülkede huzursuzluk katlandı. Aralarında terörist de barındıran mezkûr yabancıların doluşmasıyla ülke patlamaya hazır bomba haline dönüştü.

Artık dengesizlik, düzensizlik domino taşı gibi toplumun her tarafına yayılıyordu, moral bozukluğu ve keder günlük yaşayışın parçası hâline geldi; söz veren sözünde durmaz, kimse hakkına razı olmaz, borçlu borcunu ödemez, alacaklı alacağını alamaz oldu. Tembellik arttı, insanlar bedavadan kazanmanın yollarına bakar oldu, haramı helali düşünmeden kısa yoldan zengin olmanın peşine düştü; ticarette düzenbazlık yayılmaya başladı, herkes birbirini dolandırmaya kalkar oldu, böylece aldatma, kandırma, dolandırıcılık, hırsızlık tavan yaptı.

Üstelik hırsızlığın seviyesi yükseldi, boylu boslu diplomasız diplomatik hırsızlar türedi, torpille koltuğa oturan fakat yine de öğrencisine örnek olması gereken rektörler hırsızlık yaptı, koluna kelepçe takıldı, hapse tıkıldı; büyüklerini örnek alan üniversite mezunu diplomalı dolandırıcılar ortalığı sardı, icat yapması gereken üniversite mezunları organize suç örgütleri kurdu.

Memleket o hale geldi ki, kimse kötülükten kendini kurtaramıyordu, herkes bir şekilde günaha bulaşıyordu.

***

Bilgisiz, liyakatsiz, tecrübesiz ellerde dolar fırladı, hayat pahalılığı arttı, ekonomide istikrar kalmadı; üretimde darlık oldu, zam üstüne zam oldu, fiyatlar beşe ona katlandı, orta tabaka yok oldu, zenginler daha zengin oldu, fakirler sürünmeye başladı, pazarlarda artık toplayanlar çoğaldı, insanlar kuyruklara mahkûm oldu; emekli fakülte mezunları et kuyruğuna girdi.

Ahlakî çöküntü, geçim darlığı derken insanların psikolojileri bozuldu, sinir sistemleri allak bullak oldu, akıllar baştan gitti, beyinler teşevvüşe uğradı, delilikler çoğaldı, ruh hastalıkları tavan yaptı, klinikler, hastaneler doldu taştı, insanları almaz oldu; sokaklarda, şehirlerde insanlar birbirine girdi, kavgalar çatışmalar çıktı, insanlar en ufak tartışmada birbirini öldürmeye başladı; öleni toprağa gömdüler, vuranı zindana attılar. Ateş düştüğü yeri yakıyor, analar ağlıyor, babalar ağlıyor, yetimler ağlıyordu…

Bu arada trafik kazaları hız kesmedi, işyeri kazaları daha da arttı, toplu ölümler devri başladı, ihmallerden kaynaklanan grizu patlamaları oldu, onlarca madenci öldü, tren kazaları oldu, yüzlerce insan öldü. Bütün bunlara yüzbinleri geçen koronavirüs ölümleri, yanlış aşıdan kaynaklanan kalp krizleri, üstüne bir de deprem felaketleri, sel felaketleri eklenince insanlar yatağında eceliyle ölüme hasret kaldı.

Maalesef sevgili dostlar, insanlık her geçen gün güçlünün zayıfı ezdiği bir dünyaya uyanır hale geldi; her tarafı saran korku ve ümitsizliğin karamsarlığı… Gencecik kadınların, taze gelinlerin katledilmesi, torbalara konulup, çöplere bırakılması, İslam''dan önceki cahiliye döneminde kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi günlerinden farklı mıydı?

***

Ve nihayet… Bîçare gönüller hak ve hakikate, adalet ve merhamete susadı, mazlumların feryatları arş-ı âlâya yükselirken kimse seslerini duymadı,

İyilik ve güzellik, esenlik ve huzur, adalet ve güven aranır hale geldi; böylece istikametini kaybeden insanlık ilahî rahmete muhtaç oldu ve artık bir kurtarıcı aramaya başladı.

Şimdi soralım; nerede kaldı iktidarın, "Halkının güvenliğini sağlayıp sağlık ve huzur içinde yaşatarak insanların saadetini temin etme" görevi?..

Nerede kaldı, insaf ve merhamet, adalet ve hakkaniyet, insana hizmet ve topluma saadet?..

Hiç şüphesiz, toplumun düzeni yönetenlerin eseridir.

Halkın suçlarının artışı, yönetenlerin suçlarının arttığını gösterir.

Halkın durumuna bakın idare edenlerin durumunu anlayın…