Araplaştırma Projesi

Türkiye'deki Siyasal İslamcıların vatandaşlık tanımlaması kendi içerisinde sosyolojik çelişkiler barındıran bir hüviyettedir.

Cumhuriyet'in ilanı sonrasında Türk dilinin geliştirilmesi için yapılan çalışmalar, vatandaşlık tanımında Türk kimliği üzerine inşa edilen devlet modeli, Siyasal İslamcıların adeta varlık nedeni olmuştur. Çünkü Siyasal İslam, Cumhuriyet karşıtlığı üzerine inşa edilmiştir.

Refah partisi ile başlayan "Ne Mutlu Türk'üm diyene dersen onlar da 'Ne mutlu Kürdüm' der" yaklaşımı beraberinde çok dilli bir yapıyı da amaçlar. Kürtçenin yaygınlaştırılması, eğitim dili olması, Kürt kimliğinin resmi olarak tanınması, kimliklerin etnik kökene göre ayrışması gibi talepler Refah partisinin hazırladığı raporlarda, kullandığı siyasi söylemlerde her zaman ön planda olmuş; birçoğu yakın bir zamanda yasalaşmıştır.

Türkiye'deki devlet kurumlarının ele geçirilmediği, devlet bilincinin tamamen ortadan kaldırılmadığı "eski Türkiye"de bu gibi girişimler başarılı olmamıştır. Cumhuriyet'in değerler sistematiğini özümsemiş kurumlar, erkler ayrılığı ve siyaset kurumu bu girişimleri savuşturmuştur.

Siyasal İslamcıların en önemli argümanlarının başında ümmetçilik geliyor. AKP döneminde de "Türk milleti" yerine "İslam ümmeti" yoğun bir şekilde kullanıldı. Dış politikada Arap ülkeleriyle yakınlaşıldı.

Liyakat sisteminin ve gelir dağılımının siyasi gelişmeler çerçevesinde ters-düz edilmesi yeni bir sınıf olan muhafazakar elitler gerçeğini ortaya çıkardı. Cumhuriyet'in kazanımlarını ve temel dayanak noktalarını hedef alan bu grup için Arapçılık bir yaşam tarzı haline geldi. Mekke ve Medine'deki kutsal mekanlara yapılacak ziyaretler, hatta Umre bile "Turizm turu" olarak yorumlanıyor. İslamcı sosyete bu bölgelere yaptıkları ziyaretleri bir statü gibi sergiliyor, yayıyor.

Muhafazakar elitlerin güçlenmesiyle birlikte bir Arap hayranlığı başladı. Arap ülkelerine duyulan sempati, "onlar bizim din kardeşimiz" yaklaşımıyla siyasallaştırıldı. Ancak "din kardeşlerimiz"in Türklere aynı gözle bakmaması yadırganmadı!

Özellikle büyükşehirlerde "din kardeşlerimizin" çocuklarımıza, eşlerimize, ailelere yaklaşımlarının hiçbir dinde yeri olmadığını görüyoruz. Daha geçenlerde İstanbul'da genç kızları taciz ettikleri için bir mahalle "Suriyeli istemiyoruz" diye ayağa kalkmış, çıkan olaylarda bir Türk genci bıçaklanarak öldürülmüştü. Birçok ilden benzer haberler geliyor.

Adana'da sosyal medya kanalı kurup, "Türk kızları nasıl tavlanır" diyerek gençlerimizi taciz eden Suriyelileri hepimiz hayretler içerisinde izledik. Oranın gençleri bir tanesini tacizde bulunduğu parkta yakalayıp dövmüş sonrasında kameraya çekmişti. İşin bir diğer enteresan tarafı da hukuk bu noktada devreye girmiyor. Vatandaşların kendi kendilerine ceza vermek zorunda kaldıkları bir durum ortaya çıkıyor. O videoyu çeken Suriyeliler hakkında herhangi bir yasal işlem başlatılmamasını hangi "adalet" tanımı içinde açıklayabiliriz!

Bir diğer sorun da dil kullanımı. Büyükşehirlerde çevrenize biraz kulak kabarttığınızda Türkçe konuşan kişi sayısının ne denli azaldığına şahit olacaksınız. Dildeki değişim tabelalara da yansıyor. İstanbul'un Fatih, Aksaray, Zeytinburnu, Bahçelievler gibi ilçelerinde sadece Arapça tabelalardan ibaret dükkanlar sıra sıra dizilmeye başladı.

Birçok ilde de benzer durumlar ortaya çıkınca, bazı belediyeler  "Türkçe dışında başka dillerde tabela kullanılamaz" kararı alarak, hepsini toplattı. Belediyelerin dilimizi ve kültürümüzü korumak için aldığı bu karar anlaşılan o ki muhafazakar elitleri rahatsız etmiş durumda. Devreye hemen Türk Standartları Enstitüsü girdi. Hazırladığı yönetmelikle tabelalarda "çift dil" kullanımını resmileştirileceği ortaya çıktı. Böylece, belediyeler Arapça tabelaları kaldıramayacak!

İçinde ciddi çelişkiler barındıran bu düşünce yapısının siyasal iktidar üzerinden aldığı kararlar Türkiye'nin bugününe ve geleceğine adeta dinamit koyuyor. İç savaştan kaçtıkları iddiasıyla getirilen, sayıları 5 milyona yaklaşan Suriyeliler Türkiye nüfusunun yüzde 6'sı anlamına geliyor. Doğurganlık oranları da hesaplandığında 10 yıllık bir süre içerisinde yüzde 10'lara varan bir nüfus değişimi yaşayacağımız tahmin ediliyor.

Bu demografik yapının açıkça değiştirilmesi, Türkiye'nin ameliyat edilmesi anlamına gelmektedir. Toplumun tepkisinin azaltılması için de "onlar bizim din kardeşimiz" hamasetine başvurulduğu görülüyor.

Ümmetçilik, Siyasal İslamcıların elinde etnik ırkçılığa dönüşmüş durumda. Türk karşıtlığı yapabilmek için Arapçılık yapılıyor ve bu bir devlet politikası haline getiriliyor.

Yazarın Diğer Yazıları