Asıl mimarlar hesap verir mi?

12 Eylülcülerin günahları, öldürdükleri, yaraladıkları, tutukladıkları, hapishanelerde işkenceli sorguladıkları ve astıkları insanlar ile bunların ailelerine reva gördükleri, maddi-manevi tahribatla sınırlı değil. Ülke ekonomisini felce uğratmaları, siyasi tecrübeyi berhava etmeleri, Türkiye’yi sabah erken kalkanın darbe yaptığı bir muz cumhuriyetine çevirmeleri ve ülkemizin dünyadaki itibarını ayaklar altına almaları da suçun sınırlarını çizmekte yetersiz kalmaktadır.
Hepsinden önemlisi milletin koruma ve kollama görevi verdiği zinde güçler, Cumhuriyeti yabancı güçlerin oyuncağı haline çevirmiştir. Sözde gücünü doğrudan doğruya aldığı Türk milletini, beceriksizlikleri, ihmalleri, belki de ihanetleri sebebiyle Türkiye’yi perişan etmekte kullanmış, ülkenin birikimlerini heba etmiştir. Dostu düşmanı ayırt edememiş ve canlarını ve mallarını kendisine emanet eden milletine adeta düşmanlık noktasında davranarak, süper güçlerin oyunlarına bilerek veya bilmeyerek alet olmuştur.
Ülkemizde darbeler, bir cuntanın öteki cuntayı bastırması dürtüsüyle planlanmaktadır. 27 Mayıs 1960 darbesinde,  “genç subaylar”  cuntası Genelkurmay Başkanını hakaretler eşliğinde hapse gönderirken ara kademelerin tamamını emekliye ayırmıştır. Bu korku sebebiyle 12 Mart 1971 Muhtırası 9 Mart cuntasını durdurmak maksadıyla verilmiştir. 1978’de Namık Kemal Ersun ve ekibinin tasfiyesi de 12 Eylülcülerin endişelerinin göstergesidir.  “Genç subaylar”  fobisi komuta kademesini manipule etmekte öteden beri kullanılmaktadır. Üstelik vatandaşları sağcı, solcu, tarikatçı... yaftalı  “yıkıcı ve bölücü”  akımlara ayıran devlet yöneticileri, ülke yangın yerine döndüğünde ateşi söndürmeye gelen itfaiye eri edasıyla sokağa çıkmaktadır.
Darbeciler nasıl bir Türkiye arzuladıklarını, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1 No’lu yayını olarak basılan  “Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar”  kitabıyla duyurmuştu. Kitap önce 500 bin kişiye seri konferanslarla anlatıldıktan sonra bütün askeri personele dağıtılmıştı. Mehmetçikler de buna göre eğitilmişti. Kitapta şöyle deniyordu:  “12 Eylül’den önceki dönemde iç tehdit dış tehditten daha büyük boyutlara ulaşmış ve TSK’ya bu tehdidi önleme sorumluluğu doğmuştur. Komuta katı durumdan görev çıkararak, rejime yönelen tehlikeli gidişe, ’DUR’ demiştir. Eğer, 12 Eylül müdahalesi vaktinde olmasaydı, ülke bir iç harbe sürüklenecek ve parçalanma tehlikesi ile karşılaşabilecekti.”
Ancak kitap dönemin oyun kurucularının akıl ve bilgi düzeyini açıkça ortaya koyuyor: Yenilikçi padişah II’nci Mahmut tarafından Şam’a sürülen Bahaeddin Nakşibend ve taraftarları (Bahaeddin Nakşibendi Hazretlerinin ölümünden yaklaşık dört yüzyıl sonra nasıl sürgüne gönderildiği açıklanmıyor! -AÜ-)... Türkiye’de 300 bin Süleymancı vardır. Hepsi silahlı bir cihat için emir beklemişlerdir... Süleymancılar hacca gitmezler, hacca gitmenin lüzumsuzluğuna dair vaaz verirler... Nurcular komünistlerle işbirliği yapmaktadır... Türk Milliyetçiliği bazı siyasi partiler ve onların gençlik teşekkülleri tarafından kendilerine mal edilmek istenmiştir... “Ben Kürdüm” diyecek kadar kendisinin ne olduğunu bilmeyen insanları bile müsamahakar T.C. devleti 67 ilin Bakanı yapmıştır... Türkiye Komünist Partisi’nin tek amacı, Türkiye topraklarını Sovyet işgal bölgesi yapmaktır...
Bu akıl düzeyindeki cunta, 1961 Anayasası’ndaki ’Türk Milliyetçiliği’ifadesini, 1982 Anayasası’nda ’Atatürk Milliyetçiliği’ şekline dönüştürmüştür. Ancak bunun içini  “NATO’cu Atatürkçülük”  ile doldurmuştur.  “Gizli Atatürkçülük Projesi /Ataköy Planı”  isimli kitabımızda bunun detaylarını ’gizli’belgeleriyle yayınladık. Bu plan   “konsept konuları”  ismiyle hâlâ yürürlüktedir.
ABD’nin  “Kanat Operasyonu”  dediği bir operasyonla Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesini tavizsiz kabul edecek kadar ‘saf’ bir komuta kademesinin 12 Eylül’ü doğuran sebepleri tek başlarına organize edebilecek denli yetenekli olduğuna inanmak kolay değil. Ülke ‘kontrollü gerginlik’ taktikleriyle iç savaş ortamına sürüklenerek Kahramanmaraş olaylarıyla sıkıyönetim ilan edilmiş ve Çorum olaylarıyla darbe ortamı oluşturulmuştu. Provokasyonlardaki mükemmellik, sistemin daha usta eller tarafından yönlendirildiğini göstermektedir.
12 Eylül’e götüren çatışmalar hızlandırılarak, sözde komünist bir yönetime doğru giden Türkiye’ye düşük yaptırılmıştı. Batıda  “cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” deyişi yaygındır. Bizimkilerin de saflıklarını ve gafletlerini ülkeyi cehennem yerine döndürmek için kullandılar. Senaryosu dışarıda yazılan bir oyunun figüranları bugün Yüce Türk Milleti adına yargılanmaktadır. Umarım bir gün hadiselerin arka planındakiler de hesap verir.

Yazarın Diğer Yazıları