Ata'dan miras kaleler birer birer yıkılıyor!

Ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanamaması halinde başka ülkelere bağımlı hale gelinmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden de Atatürk, "ikinci kurtuluş mücadelesini" ekonomik ve sosyal alanda gösterdi.

Ve bu mücadele sürecinde, Atatürk, "Her fabrika bir kaledir" demişti.

Çünkü ekonomik kalkınmanın yerli üretimden geçtiğini biliyordu. Bu sebeple Cumhuriyet döneminde devlet eliyle birçok fabrika açılmış, üretimde 'yerli' olmaya önem verilmişti.

İşte Atatürk sayesinde Cumhuriyet döneminde faaliyete açılan şeker fabrikaları da bu ikinci kurtuluş mücadelesinin bizlere mirası idi.

Ancak, tüm uyarılara ve eleştirilere rağmen bu şeker fabrikalarından iki tanesi daha, Cuma günü gerçekleştirilen ihale ile satıldı…

Niğde-Bor'un sahibi Doğuş Çay, Kırşehir şeker fabrikasının sahibi ise Tutgu Gıda oldu.

Mirasyedi gibiyiz!

Miraslarımıza karşı bu hayırsız tutumumuz yeni değil aslında.

1990'a kadar yapılan olumlu ne varsa elden çıkarıyoruz, yerine yenisini de yapmıyoruz, sadece tüketiyoruz.

Peki, eldekilerin tamamı tükenince ne olacak?

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin faturasını nasıl ödeyeceğiz?

Hiç kuşkusuz, özelleştirmelerin kaçınılmaz sonucu olarak, şeker ithal eden ülke haline geleceğiz.

Bu durum pancar ekicisini de fabrikada çalışan işçileri de şeker için daha fazla para ödeyecek olan bizleri de fazlaca etkileyecek.

Pek tabi, daha önceleri de şahit olduğumuz gibi, özelleştirilen fabrikaların arsası (çok lazım ya!) yeni yapılacak AVM'lere ev sahipliği yapacak.

Bu ekonomik sonuçların yanı sıra, halk sağlığını tehdit eden büyük bir sonucu daha olacak:

Türkiye, AB ve nişasta bazlı şeker (NBŞ) için açık pazar haline gelecek.

Son 10 yılda iyice yaygınlaşan NBŞ tüketimi, önüne geçilemez hale gelecek.

Sonra ne mi olacak?

Obeziteden diyabete, kanserden karaciğer yağlanmasına, kalp ve damar hastalıklarından alzheimera kadar pek çok hastalık artarak bizleri ya hastalıklı bir yaşama mahkûm edecek ya da erken yaşta ölümlerin artmasına neden olacak…

Nitekim mevcut durumda dahi, söz konusu hastalıklardan bazılarının görülme sıklıkları şöyle:

Uluslararası Diyabet Federasyonu'nun tahminlerine göre; diyabet hastalığının görülme sıklığı son 15 yılda 3 kat arttı ve Türkiye'de diyabetli insan sayısı 7 milyonu aştı. 2035 yılı için tahminler ise, bu sayının yaklaşık 12 milyona ulaşacağı doğrultusunda.

Türk Kardiyoloji Derneği'nin açıklamalarına göre Türkiye'de her yıl 300 bin kişi kalp krizi geçiriyor. Bu krizler sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı ortalama 125 bin.

Yetişkin nüfusun üçte ikisi ya fazla kilolu ya da obez! Türkiye'de obezite oranının, 1998 - 2010 arasındaki dönemde %22'den %31'e çıktığı görülüyor.

Sağlık bakanlığı verilerine göre, Türkiye'de yılda 163.500 civarında yeni kanser vakası teşhis ediliyor. Ülkemizde bir günde yaklaşık 450 kişiye kanser teşhisi konuyor!

Dünya Sağlık Günü…

Dün, Dünya Sağlık Günü'ydü. Bu günden itibaren ayın 13'üne kadar olan hafta da Sağlık Haftası.

Bu tarz her günde/haftada olduğu gibi, amaç yine insanları bilinçlendirmek ve bu amaçla etkinlikler yaparak, sağlığın hayatımızdaki önemini vurgulamak.

Sağlık, başka hiçbir kavramla kıyaslanamayacak kadar önemli. Toplumlar ancak bireylerin sağlıklı olmasıyla, sağlıklı hale gelir.

Ancak görülüyor ki, ülkemizde sağlık ekonomik nedenlerle ikinci plana atılıyor. Ancak hem ekonomimiz hem sağlığımız büyük darbe alıyor. 'Zarar ediyor' gerekçesi ile şeker fabrikaları kapatılarak, ilgili pazar insan sağlığı için büyük tehlike arz eden ürünlere bırakılıyor.

Cumhuriyet dönemi sembollerinden olan özden milli ve yerli fabrikaları yeniden yapılandırarak ekonomiye kazandırmak yerine elden çıkarmayı seçen otorite, madem ekonomik zorunluluktan bu yola başvurdu; o halde, bundan sonraki hamle olarak halk sağlığına yönelik önlemler almalı. Aksi halde, adını sanını duymadığımız hastalıklara dahi yakalanmamız an meselesi!

Yazarın Diğer Yazıları