Atatürk bir Türk milliyetçisidir milliyetçi olmadan Atatürkçü olunamaz
20 Mart 1923 tarihinde Konya Türk Ocağı’nda söylediği ve Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II’nin ikinci baskısının 142. sayfasında yer alan şu sözler Atatürk’ün, milliyetçiliği bir fikir sistemi olarak benimsediğinin en açık delilidir:
“Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tekâsül (tembellik) göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki milliyet nazariyesini, milliyet mefkûresini inhilâle sâi olan nazariyatın (dağıtmaya çalışan nazariyelerin) dünya üzerinde kabiliyeti tatbikiyesi (uygulama kabiliyeti) bulunamamıştır. Çünkü, tarih, vukuat (olaylar), hadisat ve müşahedat (gözlemler) hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük mikyasta fiilî tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.”
Özellikle “Tarih, olaylar, hadiseler ve gözlemler insanlar ve milletler arasında hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir.” cümlesi dikkat çekicidir. Yani tarihin yürütücü gücü, sınıf mücadelesi değil milletler mücadelesidir.
11 Ekim 1920 tarihinde BMM’de yapılan gizli görüşmelerde Atatürk’teki milliyetçilik anlayışının Turancılığa kadar uzandığını da görmekteyiz. Meclis zabıtları genel ağda (internette) vardır ve herkes bulabilir. Mustafa Kemal Meclis kürsüsünden şöyle konuşuyor:
“Arkadaşlar, malûmu âliniz olduğu veçhile Rusyaya bir sefaret heyeti gönderiyoruz. Bu heyeti sefaret esasen malûm olan ve mazbut olan kadrosu dahilindedir. Fakat Rusyada ve Rusya ile temasta namütenahi islâm kütleleri vardır. Bu islâm kütleleri içinde bizim ifa edebileceğimiz birtakım hususî, mahrem (gizli) ve fevkalâde vezaifimiz (görevlerimiz) vardır. Bittabi bu vezaifin mahiyeti ilân edilerek oraya memur, heyet gönderilemez. Sırf bu vezaifi mahsusayı (özel görevleri) ifa ettirebilmek, takip ettirebilmek, icabında izhar edilebilmek üzere heyet(-i) sefaretin kadrosuna heyeti ilmiye namiyle bir heyet ilâve edilmiştir. Heyeti ilmiye denildiği zaman, manasından istidlâl edildiği gibi (çıkarıldığı gibi), orada yalnız tedkikatı ilmiye (ilmî araştırmalar) yapacak değildir. İfade ettiğim gibi vezaifi mahsusa ifa edecektir.”
Mustafa Kemal gidecek isimleri de açıklayıp sözlerini bitirdikten sonra konuyla ilgili dilekçesini meclis başkanlığına bizzat verir. Moskova’ya gidecek ilmî heyette şu isimler yer alacaktır: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden Tevfik Rüştü, İsmail Suphi, Besim Atalay ve Fuat Beyler.
Şimdi de sözü, Atatürk’ün en yakınında bulunanlardan biri olan büyük romancımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na bırakalım.
1975 yılında yayımlanan Atatürk Devrimleri I. Milletlerarası Sempozyumu Bildirileri kitabındaki “Atatürk ve Atatürkçülük” başlıklı bildirisinde Yakup Kadri şöyle diyor (s. 100):
“Atatürk’ün çeşitli yönlerinden birini, diğerlerine bağlayarak bir sentezini yapmak istediğimiz vakit, bulabileceğimiz en hâkim vasfı Türkçülüğü ve milliyetçiliğidir. Millet, gene millet, daima millet, millî mücadele, millî kurtuluş savaşı, millî irade, millet egemenliği ve nihayet millî eğitim ve millî kültür davranışı.. İşte Atatürk’ün dilinden hiç düşmeyen ve ölümünden beş yıl önce O’nu ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ diye sesi kısılırcasına haykırtan slogan hep bu.”
Yakup Kadri haksız mı? Artık YouTube’dan O’nun sözlerini her zaman dinliyoruz. Daima Türk, Türk milleti demiyor mu? Öyleyse milliyetçilik bir kenara bırakılarak Atatürkçü olunamayacağını da artık herkes anlamalıdır.