Atatürk sadece bir lider değildi. Atatürk kitapları yazarı Yaşar Gürsoy yazdı

Atatürk sadece bir lider değildi. Atatürk kitapları yazarı Yaşar Gürsoy yazdı
Atatürk yaşadığı dönemde dünya siyasi ve askeri tarihine adını altın harflerle yazdırmış ve halen o büyüklüğü tüm dünya ülkelerinde ses bulan bir liderdir. O'nun dünya tarihine damga vurmasının aslıca nedeni halkını sevmesi, milletinin her ferdiyle omuz omuza yaşamasıdır. Atatürk kitapları yazarı Yaşar Gürsoy, Atatürk’ün milletinin fertlerine nasıl davrandığını içeren bir anısını derledi. Okuduğunuzda o dönemlerde Türkiye’nin kurucu önderinin ve yurttaşlarının hangi ruh halinde olduklarına tanıklık edeceks

Atatürk sadece bir lider değildi. Atatürk kitapları yazarı Yaşar Gürsoy yazdı

27 Aralık 1932 günüydü…

Atatürk’ün Başkent’e ayakbasışının yıldönümü kutlamaları vardı.
Behçet Kemal Çağlar bir arkadaşıyla ‘Ergenekon’ adındaki tek perdelik piyesini oynuyordu.

Birinci efsane Ergenekon’la, ikinci hakiki Ankara Ergenekon’unu birbirine vasleden bağlayan piyeste dağlar demircinin çekici ile parçalanınca Turan illeri yerine Ankara görünüyor ve kaybolan bozkurtun yerine, Atatürk’ün silüeti ufukta güneş gibi parlıyor… Ankara dekorunun önünde seğmenler türkülerine ve oyunlarına başlıyorlardı. (Behçet Kemal Çağlar’ın bizzat anlatımı)

Piyes Ankaralılarca çok beğenilmiş, yaşananlar övgü dolu sözlerle kulaktan kulağa yayılarak Atatürk’e kadar gelmişti. Ve Asrın Lideri Behçet Kemal Çağlar ve arkadaşlarını sofrasına davet etti.


Yenildi, içildi, Atatürk Behçet Kemal Bey’den piyesteki bazı bölümleri okumasını istedi.

Bölümler okundu, Atatürk gözlerini kapayarak derinlere daldı, okunanları dinledi ve çok mutlu oldu.

O sırada bir görevli Atatürk’ün kulağına eğilip “Efeler geldi Paşam!” diye fısıldadı.

“Ne efeleri?” diyerek oturuşunu düzeltti, görevlinin söyleyiş biçimini beğenmediğini kendisine hissettirerek yanındaki iki sandalyeye oturmaları için buyur etti ve ,”Şimdi, size soframdakileri tanıtayım.” diyerek takdime başladı.
 

- Bu büyük bir âlimdir; tarih yazar ve okutur.
- Bu büyük bir yazıcıdır; olanı ve olacağı dile getirir.


Sofradaki herkes dikkat kesilmişti. Sıra seğmenlere geldiğinde onlara döndü ve sofradakileri onlarla tanıştırdı:

“Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından…”
 

Bir an için sustu, derin bir nefes alıp verdi, “ Bana gelince; eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getirmesem, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden daha çok yiğit olmasam bu milletin başı olmazdım...” diye konuştu.

Sofradaki herkes suskunluğa bürünmüş, kimilerinin gözleri nemlenmişti…

Atatürk seğmenlerden birinin gözlerinin içine bakarak, “ Bırak şunu bunu... Ne Mustafa Kemal, ne Reisicumhur... İkimiz de Türk, ikimiz de efe... Sen beni bilmiyorsun ben de seni... Dağda karşılaştık; benden korkar mısın, korkmaz mısın?” diye sordu

Seğmenin yanıtı, sesinin kudretiyle belirdi:

“Sayende düşmandan korkmadık ki senden korkalım Paşam!”

Sofradaki herkesin gövdesi şerefle öne çıktı. Yanıtı Atatürk de beğenmişti:


- Düşmandan tabii korkmayacaksın... Düşman bir başka Türk değil ki korkasın... Gel bakalım, tam efe misin?


Seğmenin başını dizine doğru çekip eğdi, “Gel bana desteklik et bakalım,” dedi ve seğmenin boynuna namlusunu dayadığı tabancadan karşı duvara doğru nişan aldı.

Tetiği bir kaç kez çektiğinde salondaki sesten orada bulunanlar irkilirken mermiler boynunu yalayarak geçen seğmen hiç kıpırdamadan Atatürk’ün dizinde başını çekmeden beklemeyi sürdürdü.

Kurşunlar tükenmişti, sofradakiler seğmenin bayıldığını düşünüyordu. Ancak seğmen doğruldu, yüzündeki aslan bakışları hiç değişmeden gür bir ses ve minik tebessümüyle sordu:

“Kurşunlar bitti mi Paşam?”

Seğmenin yüzündeki ifade ve sesindeki ton Atatürk’ü kendisine hayran bırakmıştı.

Atatürk birden tabancayı yere attı; hıçkırıktan omuzları sarsılıyordu:

“Hata, büyük hata... asılsız, yalan!” diye haykırdı.

Herkes şaşkındı. Atatürk açıklama yaptı:

- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben her şey değilim, ben hiçim. Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı...

Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı ben hiçbir şey yapamazdım.

Sofradakilerin tümü ve seğmenin gözlerinde yaşlar belirdi…

Kaynak:
Behçet Kemal Çağlar, “O’nun Gözyaşları”, Yücel dergisi, Ağustos 1941