ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELİŞİ – 12 –

ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELİŞİ – 12 –
Ankara, bir harekatın bedeni ve büyük bir fikrin sembolüdür

esat-atalay-001.jpg
Dizi yazımızın sonunda kısaca özetlersek; Ankara’nın Millî Mücadele’nin merkezi olarak seçilmesi tesadüfi değildir. Mustafa Kemal Paşa daha İstanbul’dan ayrılmadan önce arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile bu meseleyi konuşmuştur. Anadolu’ya geçtikten sonra, yapacağı bütün işlerde olduğu gibi bu konuyu da bir “Millî Sır” olarak gizlemiştir. Bu düşüncesini ancak Sivas Kongresi’nden sonra açığa vurmuştur. Onun bu düşüncesine, sadece Kazım Karabekir Paşa karşı çıkmıştır. Ankara’nın millî Mücadele’nin merkezi olarak seçilmesi doğru ve isabetli bir karardır. Çünkü Ankara, Anadolu’nun merkezi konumundadır. Anadolu şehirlerini birbirine bağlayan yollar kavşağında yer almaktadır. Diğer taraftan işgal altındaki Batı Anadolu’yu ve İstanbul’u kontrol altında tutabilecek stratejik bir mevkidedir. Ayrıca Ali Fuat Paşa’nın kumandasındaki 20. Kolordu’nun Ankara’da bulunması, bölgenin güvenliğini sağlamış olması açısından önemli bir unsurdur. Bunun yanısıra Ankara halkının Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye’ye maddi ve manevi bakımdan destek vermeye hazır olması Ankara’nın Millî Mücadele’nin merkezi olarak seçilmesinde önemli bir paya sahiptir. Sonuç olarak 27 Aralık 1919’dan sonra meydana gelen gelişmeler Ankara’nın millî Mücadele’nin merkezi seçilmesindeki isabeti ortaya koymuştur. Artık Ankara, Atatürk’ün Sine-i Millete dönüş düşüncesinin gerçekleştiği ve doruğa ulaştığı mekandır. Dolayısıyla Ankara, bir harekatın bedeni ve büyük bir fikrin sembolüdür. 

Atatürk Ankara’nın başkent oluşunu Nutuk’ta şöyle anlatır: “Lausanne Antlaşması’nın eklerinden olan, işgal altındaki topraklarımızın boşaltılması ile ilgili protokol uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye’nin fiilî toprak bütünlüğü sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye Devleti’nin başkentini kanunla tespit etmek icap ediyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye’nin başkentinin Anadolu’da ve Ankara şehri olarak seçilmesi gerektiği merkezindeydi. Bu noktada, coğrafî durum ve askeri strateji en kesin bir önem taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek memleket içindeki ve dışındaki tereddütlere son vermek zarureti vardı. Gerçekten, bilindiği gibi, başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı meselesi üzerinde öteden beri, içeride ve dışarıda tereddütler görülüyor, basında demeçlere ve münakaşalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul’un yeni mebuslarından bazıları, Refet Paşa başta olmak üzere, İstanbul’un payitaht (başkent) kalması lüzumunu bazı misallere dayanarak ispat etmeye çalışıyorlardı. Ankara’nın gerek iklim, ulaştırma araçları ve gelişme kabiliyet ve istidadı ve gerekse mevcut tesisler ve kuruluşlar bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar ve İstanbul’un “payitaht” olması lâzımdır ve mutlaka olacaktır, diyorlardı. Bu ifadeye dikkat olunursa, bizim “başkent” tabirinden kastettiğimiz mana ile bu ifadelerde “payitaht” tabirini kullananların görüşleri arasında bir fark görmemek mümkün değildir. Bundan dolayı, bu hususta zaten kesinleşmiş olan görüşümüzü resmî ve kanunî yoldan kabul ve ilân ettirerek “payitaht” tabirinin de, yeni Türk Devleti’nde kullanılmasının manası ve yeri kalmadığını göstermek lâzım geldi. Hariciye Vekili İsmet Paşa 9 Ekim 1923 tarihli bir maddelik bir kanun tasarısını Meclis’e teklif etti. Altında daha on dört kadar kişinin imzası olan bu kanun teklifi 13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşmeler ve münakaşalardan sonra, çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kanun maddesi şudur “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara şehridir.” (BİTTİ)