Bağımsızlık kolay değil

Ne Balkanlarda, ne Kafkaslarda, ne Orta Doğu'da taşlar yerine oturdu. Taşların yerine oturması da mümkün görünmüyor. Tarihten beri böyle. Devletler varolagelmişler, iç içe geçmişler ama asla problemlerini halledememişlerdir.

Güç kimdeyse istikrarı sağlayan da odur!

Osmanlı güçlüydü. Balkanlardan Kafkaslara uzanmış, iç tesanütü sağlayamazsa bile, insanların bir arada yaşamasını irade etmişti. "İrade" derken gücü kastediyorum.

Rusya da öyle... Osmanlı gibi zaman içinde hâkimiyet kurduğu alanlarda, kimseyi kıpırdatmamış, unsurların benliklerini kıskaca alırken, izafî bir "huzur" sağlamıştır.

Ne zaman Osmanlı zayıflamaya başladı, dış müdahaleler içeriyi karıştırdı. Gerisini biliyorsunuz.

Komünist idarede, Rusya, esas unsurunu bile ayırt etmeden bütün unsurları inletmiş, zaman böyle yürümeyeceğini gösterince, Kafkasya dışında, çatışmadan Türk ülkeler başta olmak üzerine, hâkimiyet kurduğu ülkeleri kendi hâllerine bırakmıştır.

Türkiye "istikrar" için gücünü ortaya koymak mecburiyetindeydi. Güney sınırlarımız ötesindeki hareketlilik sadece ve sadece istikrar içindir.

 Yakın tarihe şahitlik eden bir gazeteciyim. Balkanlara da gittim, Kafkaslara da gittim... Savaş öncesini, savaşı ve savaş sonrasını takip ettim.

Kosova'dan bahsedeceğim. Kosova Devleti'nin kuruluşunun 10. yılı kutlanıyor.

Kosova meselesini kavrayabilmek için, önce Sırbistan'da politikacılar ve gazetecilerle görüşmüş, sonra Kosova'ya geçmiştim.

Geçen yaz Belgrad'daydım. Aleksander Vuçiç Cumhurbaşkanı idi. Görüştüğümde çok gençti. Radikal Parti'nin genel sekreteriydi. Onunla yaptığım röportajı yakın zamanda burada vermiştim. Ağzından âdeta kan damlıyordu. Kosova'nın ayrılmasına izin vermek mi? Asla!

Yakın zamanda R. T. Erdoğan Sırbistan'a gitti. Aleksander Vuçiç "dostça" karşıladı. Savaş kaçınılmaz oluyor ama, "kin" insanı nereye vardırır? 

Osmanlı hâkimiyetinde kalmış halkları hiç incelediniz mi? Ayrı dinden insanların iç içe geçtiğini, birbirinden çok şey aldığını ve "Osmanlı ruhu" diyeceğimiz bir ruhun içlerine sindiğini hissediyorsunuz. Yunanistan'da da bunu gördüm, Bulgaristan'da da, Orta Doğu ülkelerinde de... Tarihçilerden ziyade sosyologların el atması gereken bir mevzu. Bu iç içeliğe rağmen, beklenmedik bir anda acımasız düşmanlık nasıl tezahür ediyor?

Kosova bağımsızlık hareketinin ideoloğu Prof. Dr. Fehmi Agani'yle (1932-1999) görüşmüştüm. (Sonra Sırplar öldürdü.) Bir sözü dikkatimi çekmişti: "O Sırbistan, Kosova meselesiyle kendisi yorulur." demişti ve eklemişti: "Yugoslavya'yı Slav halkları da bıraktılar. Slovenler, Makedonlar... Arnavutlar neden Yugoslavya'da kalsınlar?"

Son gidişimde Sırbistan'ın yorgunluğunu gördüm ve bu köşede uzun uzun yazdım.

Kosova'nın kurucu Cumhurbaşkanı İbrahim Rugova (1944-2006) bana, Gandhivari bağımsızlığa gitmek istediklerini, devlet kurmada yeni bir model olacaklarını söylemişti. Arnavutlar devlet dairelerinden, okullardan ayrılmışlar, kendi içlerinde düzen kurmuşlardı ama savaşsız olmadı; çok kan döküldü.

Savaştan çok sonra gittiğimde, Kosova'nın başşehri Priştine, Belgrad gibi bir ölgün şehirdi ve bu beni şaşırtmıştı.

Kosova 17 Şubat 2008'de bağımsızlığını ilân etti. 116 ülke tanıyor. 193 ülkenin üçte ikisi tanırsa BM'ye üye olabilecek. Hayırlısı diyelim.

Yazarın Diğer Yazıları