Bahane Tanrısı...

Hz. Peygamberimiz: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez, ben de...” buyurur. “Rasûlullâh bile kendi ameliyle cennete giremezse vay bizim hâlimize”, diyeceksiniz. Lakin hemen ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Zira -dilimizdeki güzel ifadesiyle- yüce Allah “bahâ değil, bahâne Tanrısıdır” .

Bizim kadim kültürümüzde amele güvenmek hiç makbul karşılanmazdı. Hatta sevap kazanmak, cennete gitmek, huri ve gılmanlara kavuşmak maksadıyla yapılan ibadetlerin ihlası zedeleyeceğine inanılırdı. Atalarımız amel ve ibadetlere, cennete girebilmek için bir bahâ değil, bir bahane gözüyle bakarlardı. Dolayısıyla, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma sırf Allah rızası için yani Allah bunu böyle istediği için yapılmalıdır. Yoksa bunlar cennet nimetlerine kavuşmak veya cehennem azabından kurtulmak için yapılırsa mesele -hâşâ- ticarî bir ilişkiye döner ve çok ibadet edenler amellerine güvenerek cennete girmeyi bir hak olarak görmeye başlarlar ki -Allah korusun- bunun sonu isyana kadar gider.
Sâdî’nin “Bostan”da anlattığı şu hikâye bu konuda sanırım bize bir fikir verecektir: Hz. İsa bir gün yolda yürürken derme-çatma bir kulübede ibadetle meşgul bir âbide rastlar, selam verir. Âbit, Hz. İsa’yı tanır ve büyük bir saygıyla kucaklar, sohbet etmeye başlarlar... Hayatında hiç kıbleye dönmemiş, günahkâr bir adam onların bu samimi sohbetlerine imrenir. Ömür sermayesini yele vermiş olmaktan utanır, pişmanlık duyar. Tövbe edip günahlarının affı için Allah’a dua eder. Gözyaşları içinde onların yanına yaklaşır. Lakin âbit, bu durumdan rahatsız olur. “Bu günahkâr adam da nereden çıktı? Herkes haddini bilmeli. İnşallah kıyamette de girmez aramıza”, diye geçirir içinden. O anda C. Allah’tan İsa Peygambere şöyle bir vahiy gelir: Her ne kadar beriki âlim, öbürü cahilse de Ben her ikisinin duasını da kabul ettim. Âbit, bu günahkârla bir arada bulunmaktan sıkılıyorsa söyle ona, müsterih olsun. Günahkârın tövbesini kabul ettim, o cennete, âbit de cehenneme gidecektir. Zira Allah katında tövbe eden günahkâr, ameline güvenen mütekebbir âbitten üstündür.
Ayrıca, biz biliyoruz ki başlangıçta şeytan da Allah’a çok ibadet eden birisidir. Hatta doğru yoldan ayrılan cinlere nasihat etmek için Allah tarafından görevlendirilen velilerden biri de iblistir. Fakat buna rağmen o, ibadet ve taatine güvenerek kibre kapılmış ve Âdem’e secde etmeyerek lanetlenmiştir. 
Bütün bunlar da gösteriyor ki kişinin ameline güvenerek kibirlenip gururlanması veya kusurlu insanları küçük görüp horlaması yanlış davranışlardır. Unutmayalım ki amel ve ibadetler cennetin bahası değil, ancak bir bahanesi olabilir. Allah’ın bizlere sunduğu nimetler karşısında bizim yaptığımız kulluk denizde damla bile değildir. İnşallah, Mevlâ’mız damlayı bahane ederek deryayı bağışlar bizlere...
Son söz Bağdatlı Rûhî’nin:
“Cürmünü mûterif ol tâate mağrur olma//Ki şifâhâne-i hikmette sakîm isterler.” 

Yazarın Diğer Yazıları