Bakkal hesabıyla istikrar gelmez
Nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, Ekonomide bir istikrar sorunu, bir kriz, bir çıkmaz varsa yeni bir istikrar programı yapmak kaçınılmaz olur.
Demokrasilerde bu değişim ihtiyacı kendi dinamiğini yaratır. Önce sorunun varlığı ve boyutu objektif olarak tespit edilir. Sonra istikrar programı yapılır. Dünya da ve Türkiye’de krizlerden çıkış, İMF’li veya İMF’siz aynı yöntemle olmuştur.
Totaliter rejimlerde ise diktatörler yarattıkları düzenden farklı politikaları kendileri için prestij kaybı olarak görürler. Narsizm körlüğü ve güç zehirlenmesi değişimi göremez ve kabul etmez.
Türkiye’de geçmiş krizlerde siyasi iktidarlar bu yolla ya sorunu çözmüş veya iktidarı kaybetmiştir. Bugün yaşamakta olduğumuz kriz çok yönlüdür. Bu günkü krizin ekonomik istikrar boyutu yanında, demokratik ve hukuki ve güven bunalımı boyutu da vardır.
Dahası siyasi iktidar bu günkü krize yalnızca kendi penceresinden bakıyor. Alışık olduğu ve işine geldiği için, krizi kısa dönemli, günübirlik politikalarla ve algı yaratmak yoluyla çözmeye çalışıyor. Merkez Bankası başkanı ile hazine ve maliye bakanının değişmesi de yalnızca dış piyasalarda olumlu algı yaramak için atılmış bir adımdı. MB başkanı olayı anladı ve gitti.
Hazine ve Maliye Bakanı da, istikrar tedbirleri için seçim sonrasını veriyor. Oysaki göreve 9 ay önce gelmişti. Bir istikrar programı yapamadılar. Hükümetin Rutin orta vadeli programını benimsediler. Bu programlarla istikrar gelseydi zaten kriz yaşamazdık.
Hükümetin krizi bu günkü anlayışı içinde ve kısa dönemli politikalarla çözmesi mümkün değildir. Zira istikrar politikalarında etkinlik, ekonomide kaynakların rasyonel kullanılması ile gerçekleşir.
Türkiye de kamu kesimi kaynakların beşte birini kullanıyor ve ayrıca uyguladığı politikalarla tüm kaynakları yönlendiriyor.
Kamuda kaynaklar etkin kullanılmıyor. İtibardan tasarruf olmaz, kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığının bir belgesidir. Kaynaklar Seçim popülizminde, din eksenli, diyanet işleri, dini vakıflar, tarikatlar ve cemaatler lehine ve etkinlik gözetilmeden kullanılıyor. Bu durum sürdürülemez. Dönüş olmazsa, ekonomik istikrar dikiş tutmaz.
Özel sektör güven sorunu yaşıyor ve bu nedenle çeşitli yollarla yurt dışına kaynak transfer ediyor.
GSYH 2023 yılında yüzde 4,5 büyüdü. Ancak bu büyüme toplum refahına yansımadı. Gelir dağılımının aşırı bozulmasından, işsizliğin yüksek olmasından, yoksulluğun artmasından, boşanmaların hızlanmasından bu büyümenin refah artışı yaratmadığını görüyoruz.
Bu nedenle Türkiye büyümeyi değil kalkınmayı hedef almalıdır. Kalkınma ile büyüme arasındaki temel fark, kalkınmanın aynı zamanda sosyal refah hedefli olmasıdır.
Genel olarak iktisadi kalkınma; bir ülkenin ekonomik, siyasi ve sosyal refahının geliştiği süreçtir. Gelişmiş ülkelerde bu süreç tamamlanmıştır. Bu nedenle İktisadi Kalkınmadan amaç gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasıdır.
Ekonomik kalkınma, Ekonomik büyüme yanında, toplumsal refah artışı yaratan, okullaşma oranı, kişi başına düşen, doktor ve öğretmen sayısının artması, çevre şartlarının iyileşmesi, teknolojik gelişmenin olması ve altyapı olarak demokrasinin gelişmesi ve insani değerlerin yükselmesi, fiziksel ve sosyal altyapının iyileşmesi, kalkınma göstergeleridir.
İktisadi Kalkınmayı büyümeden ayıran diğer bir önemli fark; gelişme sürecinde aynı zamanda sanayileşme gibi yapısal değişmenin olmasıdır. Ayrıca büyüme her zaman değil, bazı şartlar altında ülkelerin zenginleşmesine imkân vermektedir. Eğer cari açık ve dış borçlanma varsa, ülke net dış borç ödeme konumuna gelince, dış borç mürettebatının GSYH’ye oranı büyüme oranından daha yüksek ise yoksullaşma başlar.
Türkiye için kalkınma modelinin dört temel ayağı olmalıdır;
- Demokratik, hukuki ve kurumsal altyapı reformu;
- Orta vadeli istikrar programı;
- Planlama yapılması ve bu plan içinde, Orta ve uzun vadeli, piyasa devlet optimum dengesinin sağlanması;
- Yapısal sorunların çözülmesi.
Bugünkü ekonomi yönetimi istikrarlı kalkınma programı yapamaz. Her şeyden önce seçim ve inanç popülizminden vazgeçemez. Aksi halde var olamaz.