“Bana ayla güneşi de verseniz...”

Okuyucumuz Sayın Faysal Hacımustafaoğlu’nun mektubunu yayınlamak istiyorum.. Sayın Hacımustafaoğlu’nun kelimeleri ders niteliğindedir..
“9 nisan 2011 tarihli  “Allahın emirleri ve Türkiye ne kadar Müslüman” başlıklı makalenizi okudum. Bir İlahiyatçı olarak düşüncelerimin tarafınızdan kısa, fakat veciz olarak ifade edildiğini düşünüyorum. Bu vesile ile bir kaç ekleme yapma isteğimin ukalalık addedilmemesini rica ediyorum.
Ülkeyi idare için insanlarımızın oylarına Allah adına talip olanların idareyi aldıktan sonra ortaya koydukları uygulamaların İslamın sosyal yapı ile ilgili öngörü ve talepleri ile taban tabana zıt olduğunu görmek oldukça hayal kırıcı. Dini tebliğde esas; inanç esaslarının anlatılması ve o inanca uygun bir yaşamın hayata yansıtılmasıdır. Devleti idare sorumluluğunu taşıyanların inandıklarını iddia ettikleri din adına yapabilecekleri en doğru şey inanç emarelerini hayatlarında göstermek olmalıdır.
Ben görmüyorum. Şöyle ki;
Eğer din adına gayri dini usullere müracaat doğru olsa idi, Peygamber efendimiz kendisine Mekkeli müşriklerin ‘Bizimle uğraşma biz sana makam verelim, mal mülk verelim, Mekke’nin en güzel kadınlarını verelim, Sen eminsin, işlerimizde sana danışalım’, talebine olumlu cevap verirdi. Halbuki Allahın Resulü ben bu makamları alayım, bu makam bana tebliğde kolaylık sağlar, ashaba nefes aldırır, bir avuç Müslüman’ı zulümden korur, güçlendirir diye düşünmemiş, açık bir şekilde o tarihi cevabını vermiştir: “Ayı bir elime, güneşi diğer elime verseniz ben bu davadan geri dönmem”.
Şimdilerde hangi usul ile olursa olsun mevkilerini korumak için zengin ve güç sahibi olmanın hesaplarını yapanların dini kaygılardan beslenerek iktidarda kalma gayretlerini esefle  seyrediyoruz. Müslüman zengin olmalıdır, güçlü olmalıdır şeytani vesvese ile her yolu mübah görenlerin esasen millete ait olan devlet imkanlarını hoyratça en Müslüman hatta en akıllı Müslüman kabul ettikleri yandaşları adına kullanmalarına şahit oluyoruz. Asrı saadet bu uygulamaların tam tersi örnekler ile doludur.
Mekke’nin en zenginleri Müslüman olup Allah resulünün ashabı olma şerefine nail olduktan sonra malının mülkünün tamamını ihtiyaç sahiplerine dağıtarak ashabın en fakirleri durumuna gelmiştir. “Sizler, size verdiğimiz rızıklardan ihtiyaç sahiplerine verin” mealindeki ayetin inzalini müteakip ashabdan zengin olanlar mallarını bitirinceye kadar infak etmişlerdir. Hz.Ebu Bekir her şeyini dağıtmış, sırtında kalan yeni hırkasını bile kendisine çok görmüştür.
Ashabdan biri bu ayetin inzalini tarlada eşi ile çalışırken duyduğunda eşine “Tarladan çık, topladığın hurmaları da bırak ayet geldi bu malda diğer Müslümanların da hakkı var” diyebilme büyüklüğünü göstermiştir.
Peygamber efendimize kızı Fatıma “Ya Resulallah gelen misafirlere hizmette acze düşüyorum, Hasan ve Hüseyin beni çok yoruyor. Bir hizmetçi istesen böylece ben de sana gelen misafirlere hizmette zorlanmam” dediğinde Allah resulü kızına bugün bizi idare edenleri utandırması gereken şu cevabı vermişti: “Ya Fatıma, Peygamberler miras bırakmaz, onlara hizmetkâr da yoktur”.
Sayın Kılıç; Ashabın zenginleri Müslüman olduktan sonra malını dağıtıp fakirleşti, kibirli olanlar mütevazı oldu, en güçlü olanlar en güçsüz oldu, en şiddetliler en mazlum oldu, makam sahipleri makamlarını ve yetkilerini bırakıp Allah resulünün emirlerine tabi oldu.
Şimdi ise Allah adına Müslümanlardan yetki talep edenler, istedikleri makamı yakalayınca; fakir iken Karun kadar zengin oldu, yürürken milyon euroluk jeeplere binmeye başladı, mazlum iken zalim oldu, güçsüz iken güçlü oldu, mütevazı iken kibirli oldu, unutulmuş iken unuttu, ölçüsüzce hükmeder oldu. Şimdi bunlar daha mı iyi Müslüman oldu.”

Yazarın Diğer Yazıları