Bankalar emlakçı gibi davranmayı bıraksınlar

On sekiz yıldır içinde olduğum turizm sektörünün hemen her kademesinde görev yaptıktan sonra, ülkemize daha fazla turist getirmenin yolunun başka firmalar için yönetici olarak çalışmak olmadığına karar verdim ve 2010 yılı başında, 1983 yılında kurulmuş olan bir limitet şirketi ve seyahat acentesini devraldım.
Başarılı geçen bir 2010 yılının ardından, 2011 yılı için dış ülke bağlantılarını hayata geçirip bunları sözleşme altına aldıktan sonra, yabancı turistlere daha iyi hizmet vermek amacı ile yeni bir şube daha açma ihtiyacım doğdu. Doğal olarak kredi talebi ile değişik bankalara başvuru yaptım. Daha önce “turizm yatırım kredisi” kullanmadığım için detaylarını sordum ve ödeme dönemlerinin yaz sezonu olması nedeni ile bana çok
cazip geldi.
Derken gerekli olan evrakı verdim, inceleme için genel müdürlüğe gönderdiler, daha sonra arayıp kredi talebimin sonucunu sorduğumda. “2009 yılı bilançosunda şirket zarar beyan ettiği için genel müdürlüğümüz istediğiniz krediye onay vermedi, ama üzerinize kayıtlı gayrimenkulünüz varsa ancak o zaman krediye onay verebiliriz” yanıtını aldım.
Yani 1983’te kurulan ve 1984’ten bu yana seyahat acenteciliği faaliyetinde bulunan şirketimiz, biz devralmadan önceki dönemde küçük bir miktarda zarar beyanından dolayı kredi onayı alamadı. Buraya kadar her şeyi anlarım da, kredi başvurusu yaptığım bankaların şirket olarak bizim kaç insanı istihdam ettiğimizi, seyahat acenteciliği faaliyetlerimizden dolayı ne kadar artı değer ürettiğimizi dikkate almayıp, “üzerinize kayıtlı gayrimenkul var mı?” diye sorması, yazımın başlığını koymama neden oldu.
Sayın Başbakanımız, eğer ülkedeki işsizlik oranlarının ciddi anlamda düşmesini istiyorsa, bankaların verecekleri kredilerde kredi talebinde bulunan firmaların bilançolarına değil, çalıştırdıkları sigortalı işçi sayısına bakmaları şartını getirmeleri gerekmektedir. Sonuçta firmaların bilançolarının zararda gözükmesi onların devlete karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmedikleri anlamına gelmez.
Bilançosu eksi veren bir şirketin, sosyal güvenlik sigorta primlerini ödemeden, vergi borçlarını ödemeden devam etmesi mümkün değildir. Burada üzerinde ciddiyetle durulması ve sorgulanması gereken nokta, bankaların verdikleri kredilerde verilen kredinin ne amaçla kullanılacağı ve ne kadar istihdam yaratacağının istihbaratı yapılması şeklinde olmalıdır. Yoksa siz kredi başvurusu yapan şirketlere, üzerine kayıtlı gayrimenkul olup olmadığını baz alarak kredi sağlarsanız, bu yaptığınız mevcut bankacılık karar ve uygulamalarına uygun olabilir ama liberal ekonomi sistemine aykırı bir yöntem kullanmış olursunuz.
Batılı bankacılık sistemi, “istihdamı artırıcı faaliyetlere öncelikli kredi verme”  temeli üzerinde yükselmektedir. Eğer ülkemizde de bu mantıkla bir kredilendirme yapılıyor olsa idi, bugün bütün bankaların dağıttıkları ve onay için bir iş gününün yeterli olduğu “bireysel krediler”in bu kadar kolay dağıtılmaması
gerekirdi.
Bireysel kredilerin bu kadar yaygın ve kolay olmasında en büyük etken “toplumun tüketim toplumu yapılmasını körüklemek amacını taşımakta”. Eğer  “tüketen bir toplum yerine üreten bir toplum istenmiş olsa idi, bireysel krediler yerine ticari kredilerin daha kolay verilmesi gerekirdi”.

Yazarın Diğer Yazıları