Barzânî’ye rükû etmek Erdoğan’ı kurtarır mı?

Bu köşede, yaklaşık bir yıl önce 8 Aralık 2012 târihinde yayınlanan  “Erdoğan ne kadar Başbakan”  başlıklı yazımın giriş kısmında şunları söylemiştim.
“Toplumların “Devlet benim!” zihniyetiyle yönetildiği mutlak monarşiler dönemi çok gerilerde kaldı. Modern devletlerin belli başlı özelliklerinden birisi, ister başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı, ister parlamenter sistemde başbakan sıfatını taşısın, tek bir şahsın devlet iktidârını tam olarak ele geçirmesine izin verilmemesidir.
Batı dünyâsında 1215 yılında Magna Carta’nın îlânıyla başlayıp 1789 Fransız İhtilâli ile gelişen ve günümüze kadar devam eden sürecin özü; tek adamın mutlak hâkimiyetinin kitâbî bakımdan bütün yurttaşlar, reel politik bakımından ise büyük para yâhut malvarlığına sahip ‘birileri’ lehine sınırlandırılmasından ibarettir.
İşbu iktidar sınırlaması, elbette ki sâdece krallar-pâdişahlar aleyhine değil, az-çok farklı sistemler içinde devleti yönetmek üzere iş başına gelen hükûmetler aleyhine de vâkidir.
“Kuvvetler ayrılığı” adı altında devlet iktidârının siyâseten ve hukûken -tâbir yerindeyse- parçalanması, söz konusu iktidar sınırlamasının kâğıt üzerinde kalmamasını, fiilen işlerlik kazanmasını teminat altına almak içindir.
Bu tesbitler temelinde Başbakan Erdoğan’ın durumuna bakalım:
Başında bulunduğu parti, birbirini izleyen üç genel seçimde oylarını artırarak ve sonuncusunda neredeyse yüzde 50’yi bularak tek başına iktidar oldu. Partisinin aldığı oyun en az yüzde 80’inin kendi ’karizmasının’ eseri olduğundan o kadar emindi ki, sözleriyle değil ve fakat tutum ve davranışlarıyla ’demokrasi oyunu’ndan ’mutlak iktidar’ kazanmış ‘tek adam’ olma hevesine kapıldı. Gâlibâ, “Tarihte bunu başarabilenler var, ben de başarabilirim” diye düşündü.
Peki, gerçek durum nedir?
Gerçek durum, partisinin aldığı oy yüzdesinin ulaşabileceği en yüksek seviyeye ulaştığı ve tabiatiyle nefsine hayranlığının anormal ölçüde arttığı bu son “ustalık” döneminde, hem îtibârının hem iktidârının hızla artan bir ivme ile aşağılara doğru çekildiğidir.”
Okumamış olanların Yeniçağ’ın internet sitesinden bulup okuyabilecekleri yazının devamında, bu durum tesbitinin dayandığı argümanlar olarak, Erdoğan’ın çok önemli konulardaki sözleri ile çok kısa bir süre sonra o sözlerini nakzeden icraatından örnekler vermiş ve yazıyı “Tek adam hayâli şurada kalsın; Erdoğan şimdiki statü içinde ne kadar Başbakan?” sorusuyla bitirmiştim.
Bu son cümle, aslında soru kipiyle ifâde edilmiş bir hüküm cümlesiydi.
Evet, kendisinin “ustalık dönemimiz” dediği bu dönemde, hem içeride hem dışarıda birileri Erdoğan’a  “Eğer tükürdüğünü yalamak istemiyorsan, nihâî  kararı senin değil bizim vereceğimiz son derece hayâtî ehemmiyeti hâiz meseleler üzerinde ileri-geri konuşma, bizim sana çizdiğimiz sınırlar içinde kal, Başbakancılık oyna; benim vâlim, benim kaymakamım, diyerek nefsini oyala, yoksa sâdece karizmanı değil seni de çizeriz” mesajını veriyorlardı.
İktidara geldiğinden/getirildiğinden beri Erdoğan, kendisine sağladıkları sınırlı iktidar/ “limited power” karşılığında kendisinden sınırsız/kayıtsız-şartsız itaat isteyenlere hemen her konuda istediklerini verdi. Bunun biri artık târihe mal olmuş, diğeri ise hâlâ gündemde olan ve “eksen kayması” temelinde tartışılan iki istisnâsı vardır: 2003 yılında 1 Mart tezkeresinin TBMM’de yeterli oyu alamayarak reddedilmiş duruma düşmesi, diğeri ise teknoloji paylaşımı yapılarak Çin’le birlikte üretileceği söylenen füzeler konusudur. 1 Mart tezkeresinin reddi Erdoğan’ın irâdesiyle mi olmuştur yoksa oylamadan O’na rağmen mi bu sonuç çıkmıştır; henüz netleşmemiştir.
Çin ile ortak füze üretimi konusunda ise prensip anlaşmasına varılmıştır fakat uygulanması kesin değildir. Bu teşebbüsün gerçekleşmesi ihtimâli güçlendikçe, birilerininErdoğan’ın “hem karizmasını hem kendisini çizme” ihtimâli de güçleniyor.
Yahudi asıllı Barzâni’ye Diyarbakır’da siyâseten rükû etmek sûretiyle o birilerine gönderdiği mesaj, kesinlikle “çizilmesini önlemek” içindir...

Yazarın Diğer Yazıları