Başarısızlığın zirvesi, ustalık dönemi
Hatırlayın lütfen. Bir ara iktidarın “Çıraklık, kalfalık ve ustalık” dönemlerinden söz edilmekteydi. Sonra kalfalık dönemine geçtiklerini ve artık edindikleri tecrübeler sayesinde ustalaştıklarını iddia ederek seçimlere girmişlerdi.
Kazandılar ve hâlen daha ustalık dönemi sürüyor.
Peki, ülkeyi getirdikleri durum ne?
Şimdi şu an hep birlikte yaşadığımız yıkım durumu.
Siyasal merkez ve çevre arasındaki büyük uçurum.
Büyük kentlerin merkezleri ile çeperleri arasındaki derin farklılaşma. Bu farklılaşmanın görünürdeki adı emekliler. Aslında emekliler gibi durumu içler acısı olan büyük halk kesimleri var. Siyasal merkez (iktidar), yarattığı derin uçurumlara aldırmaz bir tavır sergiliyor. Övündüğü tek şey yardım.
Zenginleşen, refah düzeyi artan bir toplum olmak yerine, fakirleştirilen, çaresizleştirilen ve yardımlara muhtaç hâle getirilen milyonların ülkesi olduk.
Bunun adına toplumsal kalkınma değil, toplumsal çöküş denir.
İlerleme değil, gerileme denir.
Dikkat ederseniz, içinde bulunduğumuz seçimlerin ana propagandası “yardımlar” üzerinden yürüyor.
Çaresizlikten ve umuttan oy toplayacağız.
Başka çare kalmadı.
Öyle ise bunun adı eksik demokrasidir. Çünkü halk iradesi, ekonomik baskı altındadır.
Ekonomik baskı, psikolojik baskıyı doğurur. Psikolojik baskı umudu besler. Umudun yeşermesi gerekir.
Kim yeşertecek?
Alternatif siyaset.
Yani, muhalefet!
Siyasal alan kendini güçlü görüyor. Toplumsal alan kaynıyor. Nedeni de belli: Bir tarafında göçük var. Dolayısı ile ağır hasarlı toplumsal bir yapının içinde dalgalanıyoruz.
Siyasi merkez, saraydan bunu görmüyor veya görmek, hatırlamak istemiyor. Çünkü bu durum kendi eseri.
Erdoğan’ın tam da “Bu son seçimim” dediği süreçte, hem de ustalığının zirvesindeyken yarattığı ağır yoksullaşma, özellikle de büyük şehirlerde dayanılır olmaktan çıktı. Hâlbuki ustalaşmanın beraberinde getirdiği iktidar tecrübesi, Türkiye’yi yoksullaştıracağı yerde zenginleştirmeliydi.
Madalyonun öbür yüzü
İktidar çeperini saran merkezin yakın kadroları, büyük ihalelerle, inşaat sektöründen sağladığı kolay zenginleşme sayesinde, hem ekonomik ve hem de siyasi gücün zirvesine ulaştı.
Bu sebeple, kendisini var eden merkeze her şeyden çok bağlı.
Onu kayıp edemez.
Ederse, gelecek kazançları elinde olmayabilir. Sürekli kazanan olması için siyasal merkezi koruması ve sahiplenmesi gerekiyor. Bu nedenledir ki, ne dini inançları ve ne de geçmişten getirdiği ideolojik söylemleri hatırına geliyor. Gelse de umursamıyor.
Burada asıl büyük tavizi kim veriyor diye sormak lazım.
Kim veriyor?
İktidarın merkezi AKP ve kadrolarından oluşuyor. Çeperinde kendi yarattığı siyasetin mucizevi zenginleri var. Bunlara kimi medya patronlarını da eklemek lazım. Onların zenginleşmesi ve güçlendirilmesi kasıtlı ve planlı bir aklın sonucu.
Bunları anladık.
Peki, AKP’nin yan çeperine tutunmuş olan Cumhur ortaklarını nereye koyacağız?
Mesela Türk milliyetçileri, siyasal merkezin yarattığı bu yıkımın faturasını neden üstleniyor?
Ne borcu var?
Var oluş nedeniyle alternatif bir iktidar adayı olması gerekirken, bundan bütünüyle vazgeçip, saraya koşulsuz bağlanacak ne gibi bir gerekçe var acaba?
Üstelik, Ege’de 18-20 ada/adacık, Mavi Vatan’da geri adım, Suriye’de ABD politikalarına uygun PKK/PYD askerî varlığı yaratmak, ülkenin büyük maden sahalarının hemen hepsini millîleştirmek yerine yabancılara satmak, ülkenin zeytinliklerini ormanlarını, tarımını, hayvancılığını, millî ve yerli tohumlarını engelleyip yerine İsrail’den hibrit tohumlar almak üzerine kurulu politikalar ortadayken, aklı başında, samimi bir Türk milliyetçisinin itiraz edeceği tüm olumsuzlukları yapan bir iktidar ve bileşenlerini, milletin varlık ve birliği, ülkenin bekası adına, karşısında dimdik durmak yerine, koşulsuz savunmanın mantığı nedir?