Başbakan Erdoğan’ın havuç - sopa taktiği

Sahnede birbirlerini yumruklayanlarla sınırlı değil seyircilerin de kaybedeceği bir maç bu. Hükümet cemaatin kural dışı davranmayacağını bilmenin verdiği rahatlıkla paralel devlet söylemindeki hakaret dozunu giderek artırıyor. Cemaat ise özellikle dindar kesimlerdeki sempatizanlarını kaybettiğini görüyor ancak yolsuzluklara karşı koymanın verdiği özgüvenle dik duruyor. Birbirlerini yesinler, deyip sıyrılamayacağımız bir noktadayız. Dur denilmediği takdirde bu yangın ülkenin ekonomik, siyasal ve uluslararası alandaki bütün birikimini yakıp yıkabilir. Bu kavgadan bize de ekmek çıkar, ülke harabeye dönerse enkazın üstünde yuva kurarız diye düşünenler olabilir. Ancak sağduyulu hiç kimse kavganın devamını istemez.
Mali sistem, alışkın olduğu için ciddi bir yıkım yaşamadan küçük çatlamalarla krizi atlatabilir. 
Ne tuhaftır ki, Fethullah hoca yurtdışındaki okulları, “devlete devredelim” çağrısında bulunurken, hükümet üstüne almaktansa bulunduğu ülkeler eliyle kapattırmaya uğraşıyor. Diplomatlara verilen talimat ciddiye alınırsa, Türkiye uluslararası alandaki kazanımlarının kapısına tek tek kilit vuracak. Ardından da büyükelçilikleri kapatırlar...
Bu köşede defalarca yazdım. Erdoğan 8 Ocak’ta Japonya’dan dünyaya seslenerek,  “Bölgesel güç hedefimiz yok, hırs zarar verir, bundan sonra sadece görevimizi yapacağız” diyerek dış politika yolculuğunda geri vitese taktığını ilan etti. Kan seylabına dönen Arap aleminden mecburen çekildikten sonra, kültürel gücümüzü çekmeye de hazırız mesajı veriyor olabilir. Kendi istikbalini, ülkenin kaderiyle eşdeğer gören bir zihniyet böyle giderse daha çok tavizler verebilir. Ancak şunu gözden kaçırıyor, “iktidarımı korursam verdiklerimi yeniden alırım” hesabı yapan liderlerin hepsi, tavizlerin zirvesindeyken devrildiler ve bir daha ayağa kalkamadılar.
Çatlak seslerin çıkma ihtimaline karşı ihanet söylemi geliştiren Tayyip Erdoğan, partisini kontrol altına aldı. Erdoğan, Gezi olaylarından sonra çoğu parti kurmayına rağmen sert bir üslup benimseyerek ötekileştirme politikası izlemiş ve oyunu yüzde 5 civarında artırmıştı. Anketlerle ortaya çıkan bu sonuç, ahlaki doğruları baskılamış ve politik doğruyu öne çıkarmıştı. Dolayısıyla gemiyi fırtınadan kurtaran kaptanın karizmasına karşı itiraz edebilecek mürettebat kalmadı. Az sayıda partilinin, önce yolsuzlukların üzerine gidilsin sonra ‘paralel yapı’dan hesap sorulsun talepleri ise alkış ve yuhalama sesleri arasında duyulmadı bile...
AK Parti, şimdi panik yaşıyor. Yolsuzlukları yazan sitelere erişimi yasaklıyor, Türksolu gazetesi daha matbaada toplatılıyor, TRT, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu konuşurken TBMM’de yayını kesiyor, bakanların fezlekeleri Adalet Bakanlığı ile Meclis arasında dolandırılıyor... Peki nereye kadar? Hükümet, cemaati tehdit ederken aynı zamanda pazarlık masasına oturtmaya çalışıyor. 
Başbakan cemaate, “yolsuzluk operasyonlarını bitirirsen normalleşme başlar”  havucunu uzatıyor. Almanya dönüşünde uçakta, “17 Aralık’ı patlatanlarla ilgili dünyada pek bugüne kadar bakılan bir süreç olmayacak” sopasını göstererek, ABD’de de FBI’ın süreci başlattığına dikkat çekiyor. Ayrıca Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeninin kalemiyle, “Birkaç hafta sonra Almanya’da, Hollanda’da Asya’da bazı ülkeler, cemaatin hareket alanını kısıtlar, hatta tasfiye operasyonlarına başlarsa kimse şaşırmasın” gözdağını veriyor. 
Başbakan 160 ülkede okul ve iş yeri açmayı başarmış bir camianın çapını hafife alıyor. Tek çareniz bir an önce kendinizi yargıya teslim etmek. Ben yanarsam herkesi yakarım tehditleri ile iktidarı sürdüremezsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları