Başbakanı öfkelendiren adamlar!

Hedef tahtasına oturttuklarını  “Allah Yaratmış”  demeden yerden yere vuran Erdoğan bir yandan, “Öfke de bir hitabet sanatı” derken, diğer yandan da Yunus Emre’nin,  “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü” mısralarını da dilinden düşürmüyordu.
“Gezi Parkı”hadiselerinde de aynı Erdoğan’la karşı karşıyayız.  “Çapulcular” diyor,  “Anlamıyorsanız, anladığınız dilden konuşuruz!” Çapulcu dedikleri arasında Prof.’lar var, sanatçılar var, cami imamları var. Yazarlar, çizerler, mâsum ev kadınları, kundaktaki bebekler var. Hatta haftada yedi gün, günde 24 saat kendini destekleyen gazetelerin basiret sahibi kalemleri var.
Star Gazetesi’nin 0.4.06.2013 tarihli internet gazetesinden İbrahim Kahveci’nin satırlarını Reşat Nuri Erol alıntılamış:
“Evet, Taksim, Taksim civarında birkaç yıldır derin sosyolojik bir çalışma olabilir.../ Ama bütün bunlar ’gösteriler neden bu kadar genişledi’sorusuna cevap olamaz.../ Mesela, neden AVM yasası çıkmadan İstanbul AVM mezarlığına döndürüldü. Sorulacak o kadar çok soru var ki. Merkez Bankası’nın kasasında 125 milyar doların Türk halkı için bir zenginlik olmadığı gibi./ Ekonomiye sadece para gözü bakıp yıllardır eriyen ücretleri, Çin’den sonra en fazla iş kazası olan ülke gerçeğimizi, kredi ile borçlanıp iş güvencesiz çalışarak artan korkulu hayat gerçeğimizi örtmüyor./ Mesela, özelleştirmeler ile oligarklar oluşturarak halkın refahına değil işkencesine dönen ekonomik modeli hiç sorgulayamıyoruz. Artık elektrik faturasını ödenmediğinde hemen elektriğiniz kesilebiliyor ve açılabilmesi için şirket sizden iyice bir para istiyor. Ekonomik modelinizi 2005-06’da değiştirmemiz gerekirken hala IMF modeli ile zengin eden, bankaları besleyen-koruyan modele sıkı sıkıya sarılmış durumdayız. Aylardır burada yazıyorum. Ekonomiyi borsa-faiz-döviz üzerinden, yani para üzerinden değerlendirmeyin. Kredi notumuzun arttığı günlerde karşılıksız çek-senet miktarı 2008 kriz seviyesine ulaşmışsa, kendimize soru sormamız gerekmiyor mu? Milli gelir üç kat arttı dediğimiz yıllarda reel ücretler bırakın artmayı azalıyorsa, kendimize soru sormamız gerekmiyor mu?”
Bu sorular ne kadar “insanî” sorular amma, aynı zamanda Erdoğan’ı kızdıran sorular. “Tencere-tava” diyor, “Çapulcu” diyor;  “Nankörler”  demeye getiriyor.
Yeni Şafak’tan Abdullah Muradoğlu da Gezi Parkı’nı doğru okuyan vicdanlı kalemlerden:
“Fildişi kulelerde oturanlar, ’her şey çok iyi gidiyor, endişeye mahal yok’deseler de insanların yüzlerine bakıyoruz, söylediklerine kulak kabartıyoruz, söylemek istemediklerini az çok anlıyoruz. Toplumun her kesiminden arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız var. Sohbetlerin özü, toplum içersinde ‘güvensizliğin’ artıyor olması. Bazı olaylar vardır ki alttan alta bir sosyal tepkinin sinyalleri olarak algılanmadıkları takdirde vahim sonuçlara yol açarlar. İktidarlar ‘söylenmeyenlere’ dikkat kesilmedikçe, bastırılmış tepkiler birer sembole dönüşen eylemlerde kendini açığa vururlar. Gezi Parkı olayları tam da bu bağlamda gelişiyor.../ İşleri tıkırında gidenler sosyal olarak ayrı klanlar halinde yaşıyorlar. Birbirlerine bakarak, birbirlerini dinleyerek, her şeyin iyi gittiğini zannediyorlar.”
Murat Menteş’in Yeni Şafak’ta,  “Başbakanı yedirmeyiz” tafraları üzerine kaleme aldığı “Mustafa Keser’in askerleriyiz (07.06. 2013)” başlıklı yazısı gerçekten muhteşemdi. Bu yazıya AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın verdiği, içinde  “cahil”  kelimelerinin bolca geçtiği cevap  “her şeyin iyi gittiğini zannedenlerin” ruh halini yansıtması bakımından ne kadar ilginç ise, yine Murat Menteş’in bu öfkeye, isim vermeden kaleme aldığı, “Kreatif Keratalar” başlıklı cevabı da o kadar ilginç, bir edeb, seviye ve ders metniydi (11.06.2013).
Yazımızı yine Yeni Şafak’tan Mustafa Kutlu’nun şu satırları ile bitirelim:
“Sayın Başbakanımız geçenlerde ’yüksek bina yapmayın’ dedi. Geç kaldın Sayın Başbakan geç. Bir gazete alın, otuz sayfa. 15 sayfası rezidans, gökdelen, site ilanları ile dolu. Maslak’tan Taksim’e doğru bakın bir. Burası İstanbul değil mi, burası ’şehrin silueti’ değil mi? (05.06.2013)”
Sağduyu böyle derken Başbakan hâlâ,  “Anladığınız dilden konuşuruz”  diyor. Sayın Başbakan o dili sizden başka anlayan yok. Hem kendinize, hem ülkenize çok büyük bir kötülük ediyorsunuz; bir seçim daha kazanmak için, değer mi? Seçimi kazanacak Türkiye’yi kaybedeceksiniz!

Yazarın Diğer Yazıları