Başbuğ olmak kolay değildir

Mensubu olduğumuz için iftihar ettiğimiz toplumumuz, son yıllarda huzursuz ve endişeli günler yaşıyor. Devlet yönetimimizin her geçen gün milli değerlerinden uzaklaştığını, yaşantımız gelişirken kaynaklarımızın azaldığını, enflasyonun esiri olduğumuzu, lüks hayatın devamı için borçla geçindiğimizi, sıkıntı çekenlerimizin çoğaldığını, eğitim anlayışımızın yabancı kültürlerin etkisinde kaldığını görüyor ve Türk Dünyası’nın Kutup Yıldızı olmasını özlediğimiz Cumhuriyetimizin, sarsıldığına tanık oluyoruz.
Sayın okurlarım, bir hafta önce Sayın Genelkurmay Başkanımız karargahında tertiplediği basın toplantısındaki tarihi konuşması ile Başbuğ olduğunu ispatlayarak hepimizi huzura kavuşturdu. Milli hassasiyetlerimize yeterince sahip çıkmayan ve küreselleşen kapitalizmin elinde oyuncak haline gelip beklentilerimizi cevapsız bırakan yazılı ve sözlü basına, bugüne kadar verilen en güzel cevapları eksiksiz sunmuştur.
“Ben her şeyden önce bir Türk Milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk Birliğine inanıyorum ve onu görüyorum.” Diyen kurucumuz M. Kemal Paşamız gibi, “Türküm ve Türkçüyüm” diyen Ödemiş’in efesi Başbakanımız Şükrü Saraçoğlu gibi, açık sicilini ortaya koymuştur.
“Ergenekon yurdun adı, Börteçine kurdun adı” dediğimiz mukaddes sözlüklerimizi suç unsuru gibi kullananlara “İsim zikrediyorsunuz, isim zikretmeniz yanlış. Davayla ilgili mahkemenin kararı var, özel isim zikredilmeyeceğine ilişkin. Hukuk devleti miyiz? Evet. Bunda hemfikir olalım. İşimize geldiği zaman evet, gelmediği zaman hayır, olmaz. Benim bildiğim kadarı ile mahkemenin özel isimle anılmaması yönünde kararı var. Buna hepimizin saygı göstermesi lazım.” uyarısında bulunarak “Ergenekon” tanımlamasını hukuka aykırı bulduğunu açıkladı ve “Mahkeme kesin karar verinceye kadar herkes suçsuzdur” kuralını hatırlattı ve yürütülen soruşturma kapsamında masumiyet karinesine uyulmasını istedi.
Kesin karara ulaşmadan, baştan kişileri suçlu ilan etmeye kimsenin hakkının olmadığını, kişisel hakların zedelendiğini ve bunun da moral ve etik açıdan yanlış olduğunu söyledi.
Bu konuda medyaya da önemli görevler düştüğünü söyleyerek, “Medya olarak siz de kendinizi sorgulayın” dedi.
Sayın okurlarım, yazılı ve görüntülü basın organlarımız, milli hassasiyetlerimize yeterince sahip çıkmadıkları ve beklentilerimize cevap vermedikleri için, her dönemde Türk Milliyetçileri tarafından şiddetle eleştirilmişlerdir.
En köklü ve kesin çözüm ise yarım asır önce rahmetli Necip Fazıl’dan gelmişti; “Memleketimizi ve milletimizi hain basının ihanet zincirinden kurtarmak için Bab-ı Ali’nin etrafını sekiz metrelik dere ile çeviriniz (o yıllarda uzun atlama Türkiye rekoru 7,5 metre idi.) su ile doldurunuz, içindeki eski eserleri yangından koruyacak madde ile boyayınız. Sonra, petrol sıkarak ben dahil yakınız” demişti. Fakat bugünkü şartlarda bu teklif bile çözüm olmaktan çıkmıştır. Çünkü basınımız artık küreselleşen kapitalizmin elinde bir oyuncak haline gelerek Bab-ı Ali’den çıkıp şehrin dört tarafına dağılmıştır.
Başbuğ Paşa’mız iki buçuk saat süren basın toplantısında toplumumuzu her konuda aydınlatmıştır; PKK’nın uzantısı DTP ile aynı çatı altında olmak istemedikleri için TBMM’deki yemin törenine katılmadığını söylemiş, bir takım yayın organlarının Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili haber ve yorumlarını da “ahlaksızlık” olarak nitelemiştir. İhanetleri tescilli itirafçıların ifadeleri ile soruşturma yapılmasının da, hukuka aykırılığını belirlemiştir. Ayrıca, Ermenistan sınır kapısının açılma şartlarını da açıkça ifade etmiştir.
Sayın okurlarım, neticede, Sayın Genelkurmay Başkanımız Başbuğ’luğun hakkını vermiştir.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları