Başkanlık sisteminde kaybedenler (I)

Eğer ABD'de olduğu gibi, başkanlık sistemi alttan yukarıya doğru gelen bir hareket olmazsa, demokrasinin tam yerleşmediği toplumlarda, dikta eğilimi olan siyasiler tarafından dikta rejimine çevrilmesi çok kolay oluyor. Kolay diyorum çünkü bu sorunu halen dünya yaşıyor. 

ABD'nin Başkanlık sistemi, bu ülkenin halk tarafından kuruluşu ile birlikte gelişmiş bir sistemdir. Kuvvetler ayrılığı ve güçlü bir denetim sistemi vardır.

Başkanlar kanunları veto ediyor ve fakat Kongre de başkanın vetosunu geçersiz kılacak yasaları çıkarabiliyor. Senato Başkanı, Başkanın atadığı yargı atamalarını onaylıyor ve yargıçları görevden alabiliyor. Mahkemeler yasaları ve Başkanın uygulamalarını Anayasaya aykırı ilan edebiliyor.

Buna rağmen ABD'de muhalefetin güçlü olduğu dönemlerde, sistem sorunlar yaşamıştır. Söz gelimi 1995 yılında ve 2013 yılında sistem kilitlenmiş ve hükümet bir süre kapanmıştır.

2017 yılında ise Trump'ın yabancılarla ilgili kararlarını mahkemelerin iptal ettiğine şahit olduk.

Yine de Trump gibilerin elinde ABD'de bile olsa başkanlığının demokrasi için sorun yaratabileceğini görüyoruz.

Başkanlık sistemi hem toplumsal refahtan götürüyor; hem de demokrasiden.

Dünyada 42 ülke tam başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Yukarıda ifade ettiğim gibi ABD'de sistem tabandan geldiği ve kendine özgü bir sistem olduğu için; Güney Kore başkanlık sitemi ile Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti henüz oturmamış olduğu için; bu ikisini çıkarırsak geriye başkanlık sisitemi uygulayan 40 ülke kalıyor.

Bu 40 ülkenin ortalaması olarak, fert başına milli gelir 4.840 dolardır. Bu demektir ki bu 40 ülke ortalama olarak fakir ülkelerdir. 40 ülke içinde yalnızca 8 ülkede fert başına gelir 10.000 dolar veya biraz üstündedir. 15 ülkede fert başına gelir 2000 doların altındadır.

Yani bu 40 ülke içinde gelişmiş ülke yoktur. Tamamı orta ve düşük gelir grubu içindedir.

Demokrasi ayağına gelirsek; Başkanlık sisteminin dikta rejimine nasıl dönüştüğünü Güney Amerika'da, Türkçe konuşan ülkelerde yaşanan çok sayıda örnek açıkça gösteriyor.

Söz gelimi, Şeyşeller... Bu ülke 1979 anayasasına göre tek parti diktatörlüğünde olan sosyalist bir devlettir. Devlet Başkanı 1977'de işbaşına gelen France Albert René'dir (1993). Yani 41 senedir başkandır.

Yine Venezuela'da  popülizmle başlayan başkanlık sisteminin katı bir otokrasiye dönüştüğünü biliyoruz. Bu ülkede Hugo Chavez 1998'de başkan seçildi. Halka gıda kolileri dağıttı. Popülizm uğruna kamu kaynaklarını hesapsızca harcadı. Halkın zafiyetini kullandı ve Anayasayı değiştirdi. Muhalefeti ve basını susturdu. Dikta yönetimi nedeniyle 1.5 milyon aydın ülkeden kaçtı.

Yerine gelen yardımcısı Maduro, şaibeli bir seçim sonrası başkan olunca, yargıyı tamamıyla kontrolüne aldı. Toplum ikiye bölündü. Resmi olmayan rakamlara göre tepki için sokaklara dökülen halktan 3000 kişi hükümet güçleri tarafından öldürüldü.

Uygulamalar gösterdi ki, gelişmekte olan ülkelerde başkanlık sistemi diktatörlük doğurmaya en uygun sistemdir. Üstelik Venezuela'da olduğu gibi diktatörler önce seçimle geliyor.

Kaldı ki önce de ifade ettiğim gibi, Hitler de seçimle gelmişti.

Peru Devlet Başkanı Alberto Fujimori, demokratik seçimle iş başına geldi. 1992'de kendisinin düzenlediği millî istihbarat örgütü, medyaya rüşvet dağıttı bu rüşvetleri videoya çekti. Televizyonları ve yazılı basını tehditle kontrol altında tuttu.

Sonradan general Bello bir videoda‚ ''Televizyonları kontrol edemeseydik, hiç bir şeyi kontrol edemezdik'' demiştir. 

Türkçe konuşan ülkelerde devlet başkanları hep seçimle gelmiş ve hepsi de seçim kaybetmemiştir. Ancak hepsi de diktatördür. (Yarın devam edecek.)

Yazarın Diğer Yazıları