Batı’nın Doğu operasyonu

Yön kavramı durduğunuz noktaya göre değişir. İran’a göre biz Batı’nın uzantısıyız ancak Avrupa’ya göre Orta Doğu’dayız. Memleketimizin 3 asırlık batılılaşma sevdasında ne kadar yol kat ettiğimiz konusunda görüş birliği olmasa da 28 Şubat 1997’de devletimizin balansının yeniden Batı’ya ayarlandığı açıktır. Adı üzerinde Batı Çalışma Grubu (BÇG) bir anlamda İngiliz anahtarı işlevi gördü.
Darbecileri harekete geçiren en önemli dürtü; karşı cuntayı sindirme arzusudur. Darbeciler şimdiye kadar sivilleri pek fazla ciddiye almazdı, en önemli tehdidin içeriden geleceğine inanırlardı. 27 Mayıs 1960’da cuntacı “genç subaylar” komutanlarını karargahtan kovduktan sonra yine birbirleriyle hesaplaşmayı sürdürmüştü. Darbeler tarihimiz komutanların zihninde birkaç travma bırakmıştır. Hiyerarşik yapının dışında cunta (Genç Subaylar) oluşumları, hakaretlere maruz kalarak makamından indirilen Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun’un (Erdelhun Kompleksi) akıbetine uğramak ve irtica-bölücülük tehditlerine hazırlıksız yakalanma korkuları... Türkiye’nin siyasi ve askeri ekseninde değişiklik gerçekleştirmek isteyen müttefiklerimiz (!) için bu travmalar her zaman manipülasyon aracı olarak kullanılabilmiştir.
28 Şubat’ta Türkiye’nin rotası yeniden ‘Batı’ya yönlendirilmiştir. 16 Ekim 1996 tarihli Sabah gazetesinin manşeti şöyledir: Elçilerden (diplomatik) Muhtıra. Habere göre Almanya’da buluşan büyükelçilerimiz (Volkan Vural, Tansug Bleda, Filiz Dinçmen, Solmaz Ünaydın, Güner Öztürk, Akın Alptuna, Uluç Özülker) beş sayfalık bir mektup yazarak Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’e “Avrupa’dan kopuyoruz” uyarısında bulunmuştu. Soner Yalçın’ın, Efendi-2 isimli kitabında ise, Necmettin Erbakan’ın 1996’da iktidara gelmesinin Üzeyir Garih ve ABD’deki Yahudi lobisinin işi olduğu yazılıdır. Aslında bu iddiayı merhum Erbakan’ın da ifade ettiğini yakınındaki bir milletvekilinden dinlemiştim. Konuştuğum milletvekili Erbakan Hocanın hükümet kurulmadan kısa bir süre önce şöyle dediğini anlatmıştı: “Dünya Siyonistleri kendi menfaatleri açısından partimizin iktidara gelmesine müsaade edecekler ancak umduklarını bulamayacaklar.”
Dünya düzenini kurgulayanların şöyle bir hesap yaptıklarını söyleyebiliriz: “İrtica tehdidi uzun vadede ciddi noktalara gelebilir. Onun için İslamcıların hazırlıksız ve en güçsüz zamanlarında iktidara gelmelerine sessiz kalalım. İktidarda başarısızlığa mahkum ederek arkalarındaki kamuoyu desteğini kaybettiririz. Böylece içerideki ve dışarıdaki sempatizanlarının ümitlerini de kırmış oluruz.”
Avrupa-Batı çizgisindeki siyasi eksende bu hesaplar yapılırken NATO kapsamında da farklı planlar yapıldığını söylemeye herhalde gerek yok. Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Kanat Ülkesi olan Türkiye, Doğu Bloku’nun yıkıldığı Belirsizlik Dönemi’nde “Cephe Ülkesi” konumuna yükseltildi. Orta Doğu’daki İslamcı devlet ve örgütler yeni düşman olarak ilan edildi. Düşman artık kızıl yerine yeşil renkle işaretlendi. 28 Şubat sürecinde Türkiye’de irtica birinci öncelikli tehdit seviyesine yükseltilirken medyamız kamuoyunda bu algının yaygınlaşması için elinden geleni ardına koymuyordu.
Refahyol’un ardından iktidara gelen Anasol-D hükümeti dönemindeki 31 Ekim 1997 tarihli MGK’da, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) değiştirildi. “Ülkücü mafya” kavramının MGSB’ye girdiği ve “Aşırı Sağ”ın da tehdit unsurları arasında sayıldığı MGK’dan şu karar çıktı: “Türkiye’nin ABD ile ilişkileri Orta Asya, Balkanlar, Güney Kafkasya, Orta Doğu politikaları bakımından stratejiktir. Bu konularda işbirliği, dayanışma Türkiye’nin çıkarınadır. Türkiye’nin ABD ile ilişkileri stratejiktir ancak başka bir ilişkinin alternatifi değildir. ABD, AB sürecimizin bir alternatifi değildir. NATO’daki rolümüzü korumalıyız. NATO’nun farklılaşan siyasetinde yerimiz olmalı.”
Kamuoyu algıları zaman içinde değişir. Ben bugün de ABD ve NATO ile ilişkilerinin eskisinden çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Yönümüzü kendimiz çizecek kadar birikim sahibi olmaz ve uzun vadeli plan ve programlar hazırlayan kurumlar oluşturmaz, uzmanlar yetiştirmezsek, bu kısır döngüden kurtulmamız gerçekten çok zor. İşin üzücü yönü, dün olduğu gibi günümüzde de asıl darbenin nereden indiğini dahi anlayamayız!

Yazarın Diğer Yazıları