'Bâzan kader gelen bora halinde zorludur'

Azîz gönüldaşlarım, kıymetli okuyucularım, hayat yolculuğu maalesef bâzan kişilerin istediği gibi gitmiyor.  “Hayatın inişli - yokuşlu yolları”nda, günler, aylar hatta yıllar boyunca yokuşları gayret ve kayıtsızlık arasında zikzak çizerek tırmandığımız gençlik günlerimizin hasretini çekiyoruz.
Gün geliyor tırmandığı o yokuşları inecek takati bile bulamıyor insan... Gün geliyor, çâre diye düşündükleriniz çaresizliğin ta kendisi oluveriyor... Gün oluyor,  “halk-ı cihan” ın çaresizliklerine çâre olabileceğinizi hissediyorsunuz da sadece iradenize hakim olma çâresini bulamıyorsunuz kendi çâresizliğinize... O kahrolası sigara dumanlarının oluşturduğu kalın perde arkasından, geçmişte yaptıklarınız, yapmaktan kaçındıklarınız, yapmak isteyip de yapamadıklarınız donuk film kareleri halinde tıklamaya başlıyor gözünüzün önünde...
Ve  “dem o demdir”  diye düşünerek, Üstad Yahya Kemal’in  “sanatta ve fikirde ulvî varlığına hürmetle”  Halide Edib’e ithafen yazdığı  “Rindlerin Hayatı” nın, kadere kayıtsız şartsız teslim olmuş o ilk dörtlüğüne sığınmaktan başka çâre kalmıyor:
“Bâzan kader gelen bora halinde zorludur;
Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak,
Bâzan da cevreden nice bir âdem oğludur,
Görmek değil, düşünmeğe bîgâne kal! Bırak!”

Allah’tan gelene durmuşuz!..
Bunun çok ama çok acı bir misalini, çeyrek asır önce, 1 Kasım 1983 Erzurum depremi sırasında, o sırada ayrı gazetelerde çalıştığımız Genel Yayın Yönetmeni kardeşim Hayri Köklü ile beraber, Horasan’ın Kızlarkalesi köyünde yaşamıştık... 6 çocuğuna, kocasına, ana babasına ve birçok yakınına mezar olmuş enkazın önünde çırpınan, pınarlarında damla yaş kalmamış olan gözleri kan çanağına dönmüş bir “dadaş ana”, kıbleye dönmüş vaziyette secde ederek, çâresizlik yarasına  “kadere iman”  merhemi sürüyordu:
 “Allah’tan (cc) gelene durmuşuh ağabey, Allah’tan gelene durmuşuh!..”
İmkânsızlıkların ve çâresizliğin birlikte hücuma geçtiği, her şeyin tükendiği anda, deryalar misali çoğalan o muhteşem tevekkül!..  Bütün yakınlarına mezar olan o toprak damın kıyısında, dûa için Allah’a uzanan o çamurlara bulanmış eller... Kendisini saran örtüyle birlikte secde ederken, kara toprağın buzlu çamuruna temas etmiş, ama asla lekelenmemiş bir alın... Acıyla yoğrulmuş ancak çâreyi “kadere imanla yunup yıkanmakta bulmuş” o mübârek çehre!..
İşte Üstad Yahya Kemal’in mısralarında veya Horasanlı o mübârek kadının feryadında vücud bulan bu muhteşem tevekkül,  “Kendi Gökkubbemiz” altında hayat süren Müslüman Türk Milleti’nin, sıkıntılar ve acılar karşısında, Allah’a ve kadere olan sarsılmaz imanının pırlantadan aynası değil midir?..

Tek tesellimiz ve müjdemiz...
Şimdi bildiğim, vardığım ve inandığım doğruyu söylemem lâzım... “Elindeki - avucundaki kârı kediye yüklemişler” misali, sizlerden bu kadar uzun süre ayrı kalışımı, kaderin sırtına yükleyecek değilim. Cenab-ı Hakk elbette kaderimizi, alın yazımızı kendisi yazdı. Lâkin haysiyetimizi ve dürüstlüğümüzü ve illa da sağlığımızı koruma vazifesini de bizzat biz kullarına verdi. Diyeceğim odur ki uzun zamandır yazamamamın esas sebebi, Cenab-ı Hakk’ın bahş ve emânet ettiği sıhhatime sahip çıkma hususundaki irâde eksikliğim ve beceriksizliğimdir.
Sizlerden kendi hatam yüzünden bunca vakit ayrı kalışımı; iyi niyetle, ancak bazı yanlış vehimlerle yorumlayan bütün gönüldaşlarıma buradan bir kere daha arz etmek istiyorum ki; gazetemiz YENİÇAĞ, daha önce de söylediğim gibi benim “10’uncu köyüm”dür.
Yaşadığımız bunca gaflet ve ihanet karşısında “Türk Millî Direnişinin Kalesi” hüviyetini kendisine daha çok yakıştıran YENİÇAĞ ailesinin bir ferdi olmakla bahtiyarım. İnanıyorum ki bu gazetenin varlığı, Müslüman Türk milleti olarak çektiğimiz bu çok sıkıntılı günlerde tek tesellimiz olmaktan öte,  “yeni ve ışıklı Türk çağlarının” müjdesidir.
Evet, sağlığımı koruyabildiğim, sıhhatimin fırsat verdiği ölçüde; sizlere sahibinden yazarına, sayfa sekreterinden şoförüne, bütün çalışanlarının çektiği binbir çileyle ulaşan YENİÇAĞ vasıtasıyla, haftada birkaç gün, inandığım doğruları yazmaya, söylemeye devam edeceğim...
Neylersiniz ki şu satırları noktalarken bile yeniden yakalandığım ağır griple pençeleşiyorum. Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum ki uzun süreli bunca ayrılığın üstüne yine ve sadece sağlık sebepleriyle, yeni ayrılıklar olmasın.
İşte bu demde dûalarınıza muhtacım azîz gönüldaşlarım!..

Yazarın Diğer Yazıları