BDP diye bir parti var mı?

“Seçilmezsem yakarım!” Böyle bir üslubu kullanan gruplarla nasıl bir diyalog geliştirilebilir? Örgütün  “Gündem” ini yansıtan gazetede YSK’nın Hatip Dicle kararı için,  “Bu savaş kararıdır”  başlığı altında KCK’nın tepkisi şu sözlerle aktarılıyor:  “Bu karar devletin yeni bir imha ve savaş kararı anlamına gelir.” Adam bir elini tokalaşmak üzere uzatırken diğer elinde tabanca tutuyor ve elini sıkmamızı istiyor.
Çocuğunu kaçırdığı Hazro ilçesi belediye başkanını tehditle partisinden istifa ettiriyor, Diyarbakır’da şehrin ortasında öğrenci servisini mayınla patlatıyor, Cizre’de İmam Hatip lisesi öğrenci yurduna molotof kokteyli ile saldırı düzenleyip gencecik çocukları diri diri yakmaya yelteniyor. Sonra da bu eylemleri gerçekleştiren militanlarını Kürt halkının  “öz savunma birliği” saydırmağa hevesleniyor.
Kürt’ü sorun olarak görmeyi çağrıştırdığı için şahsen katılmadığım bir kavram olan ’Kürt Sorunu’ üzerinden prim yaparak TBMM’de grup kurabilmesine rağmen, sorunun çözümü için İmralı’yı gösteren DTP’liler kendilerini hangi duruma düşürdüklerinin farkında olmayabilir! Madem halkın temsilcisi olarak oyunu aldığınız vatandaşın temsilcisi değilseniz o zaman siz kimsiniz?
Anlamakta zorlandığım konu ise DTP aslında kendini parti dahi saymazken, bu görüntüye aydınlarımız ve devlet adamlarımızın itibar etmesi... Halkın değil de PKK’nın siyasi sözcülüğüne soyunan kesimler, resmen bir parti statüsünde kabul görüyor! Hadi diyelim ki DTP bir sadece bir gölgeden yahut derin kulisleri örten bir perdeden ibaret, devlet ve hükümet yöneticilerine ne oluyor ki DTP’den bunun hesabını sormuyor. DTP’nin kastettiği gibi yakıp yıkmaktan bahsetmiyorum. Diyecekleri en basit ifadeyle şöyle: “Oy aldığın kesimler adına konuşmaya gücün yetiyorsa, ne istediğini açıkça söyle. Yok kendinde bu temsil yeteneğini görmüyorsan, haysiyetli davran ve aradan çekil.”
Laf ebeliğinden ve kem küm etmekten öteye cevap verebileceklerini sanmıyorum. “Bizimle değil, Öcalan’la görüşün” diyenler başka ne diyebilir? DTP önce kendisinin ne olduğuna karar vermelidir. Deve midir, kuş mudur? Yani parti midir, yoksa sahnedeki bir figüran mı? Partiyse sorumluluğu üzerine almalı ve özellikle terör örgütünün mü halkın mı temsilcisi olduğu konusunda net bir tavır takınmalıdır.
Çatışan tarafların adaletsiz ve masumların canlarına kasteden uygulamaları, herhangi bir tarafın aynısıyla karşılık vermesine gerekçe sayılamaz. Bir zulüm diğer zulmü meşru kılamaz. Kaldı ki, güvenlik güçlerinin ve dolayısıyla devletin maksadını aşan, orantısız, yanlış ve vicdanları yaralayan operasyonları bugün mahkemelerde karşılıksız kalmamaktadır. İç hukukun tükendiği iddia edilen davalarda AİHM’nin verdiği cezaları devlet kabul etmektedir. Peki PKK terörünün mesela Murat Karayılan’ın itiraf ettiği sivil katliamlara karşı herhangi bir yaptırım sözkonusu olmuş mudur? Hayır.
Mesela, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, “Bir Savaşın Anatomisi”  kitabında, 1987’de Mardin’in Pınarcık Köyü’nde 16’sı çocuk, 6’sı kadın 30 sivil köylünün öldürüldüğü saldırıyı PKK’nın yaptığını itiraf ediyor. Karayılan yüzlerce masumu katledenleri örgütten tasfiye etmekle yetindiklerini belirtiyor. Bugün öğrenci yurdunu yakan ve öğrenci servislerini hedef alan saldırganları da herhalde yarın ‘TAK’ gibi kontrol dışı ilan ettikleri timlere dahil eder... YSK’nın tavırlarına ise kimse anlam veremiyor. Söylem düzeyinde de olsa herkes karşı, ancak bu düzen hâlâ eskisi gibi sürüyor. YSK, siyaseti germek ve PKK’ya koz vermekten bir an önce vazgeçmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları