Beyaz da gözaltına alınmalı

15 Temmuz 2016'da internete düşen bir haberle ilgili eylem kararı 19 Mayıs 2017'de uygulamaya sokuldu. Öncelikle tarihler üzerinde durmak istiyorum. Gözaltı kararlarının "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı"na denk getirilişi oldukça manidar. Kim ne derse desin, bu işlerin planlı programlı yapıldığına inanmaya başladım. Hatta, önümüzdeki 27 Mayıs'a da dikkat etmeli. Kıyıda köşede bekletilen bir başka soruşturma o gün başlayabilir. Bu kimse için sürpriz olmamalı.

Kafama takılan diğer konu İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan'ın ekrandan izlediğim açıklaması. "Kimler var, isimleri" şeklindeki soruya verdiği cevap şöyle:

"Patronu ve birkaç çalışan. Patron zaten firari. Hakkında yakalama var, gözaltı var".

Sayın savcıya buradan ben de soru sormak istiyorum. Patron Burak Akbay'ı daha yakın zamanda büyükannesinin cenazesinde gördük. 16 Nisan'daki referandumda da oy kullandı -sandık kayıtları ortada-. Bilmeyenler için söylüyorum Türkiye'de satılan hemen hemen tüm yabancı gazeteler onun tesislerinde basılmakta. Bu yüzden devamlı yurt dışına gidip-gelmekte. Türkiye'de geçirdiği süre çok az. Nasıl oluyor da Sayın savcı "firari" sözcüğünü kullanabiliyor?

Basın kanununa göre yazanı belli. Sorumlu Müdürü künyede. Böylesi bir olayda doğrudan patronajı hedefe oturtamazsınız. Ayrıca "Fetö'ye üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" ne demek? En ağır olan da "Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı" şeklindeki suçlama. Bu da yetmiyor "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı silahlı isyan" iddiasına yer veriliyor. Arada bir başka dolgu malzemesi de Sözcü'nün taa 1 Ocak 2016'da yayınladığı bulmacada yer alan recepli kilit sözcük.

Zehir Hafiye mantığına göre Beyaz'ı da -Beyazıt Öztürk- çoktan gözaltına almak gerekirdi. Bu şovmen aklına estiğinde "Hani benim Recebim"i söylüyor. Hatta CD'sini bile çıkardı. Kimilerine göre "O Recep, bu Recep" olmalı! İster istemez "Baransu'nun bavulu"nu hatırlıyorum. Balyoz, Ergenekon gibi davaların iddianameleri içinden çıkıyordu.

Kefilim

Sözcü gazetesinin önemli isimlerinin en az yarısı ile birlikte çalıştım. Yazarları da aynı şekilde dostlarım. Hani bir laf vardır; "ciğerlerini bilirim". Bunların Fetö'cü olması mümkün değil. Fetö ve tüm şürekâsı değil Sözcü'den içeri girmek, kapısının önünden geçemez. Demokrasi ve özgürlük herkese lazım. Üç ayağı eksik takibatlarla bir yere varılamaz. Bunun adına sadece "göz korkutarak susturma" denir. Sonunda mutlaka geri teper. Sayın Cumhurbaşkanı'na TÜSİAD'daki konuşmasını hatırlatmak istiyorum. Samimi ise, Sözcü olayına bir an önce müdahale etmek zorundadır. Onun adına ahkâm kesenlerle 2019'un galibi olması mümkün değil.

Şimdi sizi yıllar öncesine götüreceğim. Muammer Karaca, "Ednan Bey Duymasın"ı sahneliyor. Müthiş ilgi var. Tiyatro her gün dolu. Bir gece perde açıldığında en ön sırada Adnan Menderes. Herkes şaşkın. Hatta Karaca onunla ilgili esprileri yüzüne bakarak yapıyor. Menderes kahkahalarla izliyor. Oyun sonunda da kulise gidip, Karaca ve arkadaşlarını tebrik ediyor. İşte bunun adına hoşgörü denir. Son günlerde en çok ihtiyacımız olanlardan

Üzülenler ve sevinenler

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin açıklamasıyla aynı düşüncedeyim; "Cumhurbaşkanı'nın nerede tatil yaptığının duyurulması, her gazetenin yayınlamakta sıkıntı görmeyeceği bir haberdir". Basın Konseyi de "10 aydır süren bir soruşturmada tam 19 Mayıs günü harekete geçilmesi yeni bir baskı örneğidir" şeklinde görüş bildirdi.

Bu arada gazetecilik kisvesi altında "tetikçilik yapanlar"ı dikkatten kaçırmamalı. Onlara "keser döner sap döner, gün gelir hesap döner" özlü sözünü hatırlatmakla yetiniyorum.

***

"Nerde kalmıştık"

Ak Parti'de mühür sahibine teslim edildi. Böylece fiilen uygulanan, yasal zemine oturtuldu. Ekranlarda izlediniz; "Bağlılık gösterileri, şovlara dönüştü". "En çok ben seviyorum" diyenlerle "Hayır been" diye bağıranlar yan yana oturdular. Bunlara kartviziti kabarık yorumcular eklendi. Salona sığmayanlar dışarıda "şükür duaları" ettiler.

Yıllar önce merhum Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ile sohbet ediyorduk. Konumuz siyasi partilerdi. Aktuna bizdeki sistemin iki yönü olduğunu söyledi. Biri soldan gelme; "demokrasicilik". Diğeri ise "Babacılık". Yani "tek adamlık". İşte bu sınıfa girenler "hööt" dedi mi, herkes susuyordu. O sırada kendisinin de mensup olduğu parti yani Süleyman Babayı örnek verdi. Ben de Saadettin Bilgiç ve Ferruh Bozbeyli gibi isyancıları hatırlattım. Cevabı kısa oldu "Sen, sonuçta kazanana bak". Dünkü kongre Yıldırım Aktuna'ya bir kez daha rahmet okumama vesile oldu. Sonuç; "Ak Parti Babacı partidir"!

Yazarın Diğer Yazıları