Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Enes İSLAMOĞULLARI

Enes İSLAMOĞULLARI

Bir 12 Eylül yazısı Son Perde

İlk perdesi sahneye konulurken bu oyunun, yine böyle bir hazan mevsimiydi..  Yine böyle bir hazan mevsiminin başında, Tanrı bile mevsimini beklerken ağaçların sararan yapraklarını dökmesi için, insanlar koparıldı hayatlarından bir bir darağaçlarında.. Tek suçu memleketinin ağacı, tek suçu memleketinin yaprağı olmak..
Yazanı, yöneteni belliydi bu oyunun ve sahne ışıklarının altında parlayan bol yıldızlı apoletleriyle başrol oyuncuları.. 
Yaprağın kaderinde düşmek yazılıydı ve bütün yapraklarına memleketimin, figüranlık yazılmıştı bu oyunda...
Devleti değil, kan ile çizilmiş bayrağını sevmişlerdi devletin onlar oysa; devleti değil, 250 bin insanın kanı ile yazılan kaderini sevmişlerdi bu milletin Çanakkale’de...
Zira devlet kendi öz evlâtlarını sevmiyordu, yemeyi seviyordu kendi öz evlâtlarını devlet.. ve tarih yazmak için kan gerekiyordu..
Kanları döküldü, canları alındı.. Yine de tarihin tozlu bir sayfasında yer edinemediler bütün figüranlar gibi...
Asırlar evvel kaybettiği istiklâline kavuşturmak için bu milleti, figüranlık yetmiyordu...
Faili de belliydi bu zulmün, zulmün karşısında dimdik ayakta duran mazlumu da.. Yeri geldiğinde mazlum rolüne bürünüp, kendisine dokunmayan yılanı kutsayıp köşe bucak saklananı da...

***

Gün geldi, devran döndü!
Saklananlar çıktı saklandıkları yerlerinden, roller yeniden dağıtıldı, yazan ve yöneten yine aynıydı.. ve figüran!..
İkinci perde de firavunlar çıkıyordu sahneye.. Gece gündüz demeden çalışıyorlar, memlekete hizmet ediyorlar, lâkin nedense hep memleketin kazandığından  kat be kat fazlasını kazanıyorlardı...
Millet yine kaybediyordu.. İktidarın bayrağını sallayan soytarılar milletin yerini alıyor, zulüm ise hâlâ can almaya, hâlâ mâzlum edebiyatı yapmaya doymuyordu..
İntikam yemini etmişlerdi belli ki! Dünün sahne ışıkları altında parlayan apoletleri karanlık zindanlarda yok oluyor, belki de Tanrı intikamını zâlimin eliyle alıyordu.. Sonra da zâlimle göreceği hesâbını ise, belki de âhirete saklıyordu..
Bütün figüranların kaderi bir değildi elbet! Kimileri en iyi yardımcı oyuncu rolüne soyunuyor, kimileri de iktidara koltuk değneği olmayı, mazlumun yanında olmaya yeğliyordu..
Eski putlar yıkılırken yerlerinden bir bir, yeni putlar dikiliyordu yerlerine yeni firavunlar tarafından.. Ve yapraklar dökülüyordu hazan mevsimini bulmadan daha; memleketimin yaprakları..
Zulüm bitmemişti henüz, yalnızca tarafı değişmişti! Öyle ki, taraf olmak bir zaruret hâline gelmişken, Türk olmak yasak, Türk milliyetçisi olmak ayıplı hâle geldi..
En büyük hain en iyi yardımcı oyuncu, yıllardır bu milletin kanıyla beslenen terörist en büyük mazlum ilân edildi..
Bunlar Tanrı’yı bilir, Tanrı’yı bilmeseler de en azından Tanrı’nın adâletini bilir dediklerimiz, adâleti yalnızca kendilerine lâyık görüyordu..
Doğru ya, ne bilsindi Tanrı’yı bilmeyen O’nun adâletini.. 

***

Yine bir baharın sonundayız! Dalından koparılan yaprakların acısını bir daha andığımız, yine bir Eylül ortasında!
Ve hâlâ figüranız biz bu oyunda!
Son perdesi olacak mı bu oyunun?
Her dara düştüğünde imdâdına yetişen bu devleti, bu milletin evlâtları adâletle idâre edebilecekler mi bu memleketi?
Sahneye çıkabilecekler mi yeniden, kendileri yazıp yönettikleri bir oyunda, yeniden başrolü üstlenebilecekler mi?
Vatanperverler, Türk milliyetçileri, asırlarca medeniyetin zirvesinde duran bu bayrağı,  yeniden zirveye taşıyabilecekler mi?
Görebilecek miyiz son perdeyi?
Bu millet, bu kirli oyuna bir son verebilir mi?

Yazarın Diğer Yazıları