Bir anaya nasıl biri sövebilir?

Bir anaya nasıl biri sövebilir?

Büyük takımların sahne aldığı futbol karşılaşmalarından biri. Takım adına gerek yok. Zira rezillik hemen her maça bulaşmış, az ya da çok. Koro halinde binlerce mahluk tek bir adama ana avrat küfrediyor stadlarda. Analara sövülüyor, aşağılanıyorlar... Anaların kutsal sayıldığı, uygarlığın beşiği Anadolu'da yeniliyor bu halt! Kendi annesine söveni her şeyi göze alarak öldürebilecek ruh halinde bir herif, başkasının anasına çok rahat bir şekilde bodoslama küfrediyor. Ve bundan zerre kadar utanmıyor! Seni anan ana, seninkinin cennet ayağının altında, ötekisi sövülecek bir kadın, öyle mi? Meselef böyle. Empati, edep, adamlık, saygı, nezaket sıfır! Ve bu adamların hepsi de cahil değil. Aralarında bir yığın insan çalıştıranlar var. Etkili pozisyonda olanlar var. Sittin sene önce üniversite bitirenler var. Ama analara sövüyorlar işte, hiç utanıp sıkılmadan, kalıplarına bakmadan. Birçok psikiyatrist, bu işi empati kurma yeteneğinin olmamasıyla, cahillikle açıklıyor, kitle psikolojisiyle açıklıyor ama sanırım yetmez bu izah durumu. Bu adamlar psikopatların temel özelliklerini de taşıyor gibime geliyor. Vaziyetleri daha derin bir psikopatoljiyi işaret ediyor. Empati, utanma, nezaket, saygı yok. Ve acımasız bir bencillik. Rezilane bir yöntemle, ilkel mi ilkel bir erkeklik gösterisi. Önüne atılan kurbanına her şeyi yapabileceğini ağzının suyu aka aka gösterme histerisi... Bir hiçlik hali aynı zamanda. Onca insanın arasına sığınıp, faili belli olmayacak şekilde kişilik katline girişme psikolojisi. Negatif değeri bile olmayan bir utanmazlık hali. Başkalarının anasına sövdükten kısa zaman sonra eğilip kendi anasının elini öpebilme ikiyüzlülüğü...

Sorsan alayı, aşağıda anneler için söylenenlere gönülden katılır da ha...

"Ana gibi yar olmaz."

"Cennet anaların ayağının altındadır."

"Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar."

"Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır."

"Değeri ölçülemeyen tek şey ana sevgisidir."

"Analar, dünyanın en kutsal varlığıdır."

O zaman bu ahlaksızlık nedir efendiler?

Bir anaya sövebilecek kadar hasta mısınız?

BEYEFENDİ

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yer...

Vakti zamanında da davranış bilimlerine önem veren bir faniydi Beyefendi. Zamanla bu bilim dalında hatırı sayılır gelişmeler yaşandı. Kalıtımdan sosyal çevreye bu alanı ilgilendiren her şey masaya yatırılır oldu. Bilgi birikimi arttı. Ve dolayısıyla da  kafası çalışan biri için insan tanıma sanat dalında uzmanlaşmak daha da kolaylaştı, diye söylendi içinden bir sahil yürüyüşünde. Ve ekranda birkaç kez dikkatini vererek dinlediği iletişime yıllarını harcayan iki ustayı düşündü. Ne diyordu ustalardan biri:

"İnsan iletişimin yalnızca yüzde 7'si gerçek sözlerle sağlanabiliyor."

Gerisi mi? Vücut dili. Duruş, bakış, mimikler, el kol hareketleri, ses tonu, ifadeler filan...

Vaziyet bu diye geçirdi içinden hüzünle ve bir hayal kırıklığı ifadesi yerleşti yüz hatlarına. Zira yıllar yılı onca insana hep bir şeyler anlatıp durmuştu. Muhataplarının çok azı kendisini anlamıştı. Ezici çoğunluk ise koyunun kaval dinlediği gibi dinlemişti ne yazık ki. Sözleri, beyinlere girememişti, sapına kadar doğru olsalar bile.

Bir banka oturdu sonra. Seyyardan çay ısmarladı kendine plastik bardaktan. Kış günü dedi, bu bile lüks sayılır burada. Çayını yudumlarken bir anda kafasında evirip çevirdiği iletişim dünyası alıp yıllar öncesine götürdü onu.

Eylül ayının bir akşam vaktiydi. Ayın şavkı denize vurmuştu. Sevdiği, ay yüzlü biri vardı karşısında. Üzgündü. Sıkıntılıydı. Sevdiği adamla tartışmaktan yorulmuştu. Ve ikisi de sözün kesinlikle yetmediği, hiçbir derde artık çare olamayacağı bir ortamdaydı. Beyefendi'nin eli ayağına dolaşmış, cümlelerinin neden beş para etmediğini, sevdiği kadının neden ikna olmadığını düşünüp kederleniyordu oturduğu yerde. Sonra uzayan sessizlik dolu dakikalar birbirine eklemleniyordu. Ve her şey bitiyor, bir eski zaman aşkı adını alarak...

"İletişimin yüzde 7'si ancak sözdür evlat" diye mırıldandı bardaktan son yudumu alırken. Ve devam etti:

"Kelimelerin kifayetsiz olduğu bir yerdeydin usta... Sevdiğin kadına sımsıkı sarılacaktın..."

İŞTE O KADAR

İnsanların, senin hakkında ne düşündüklerini ne kadar az önemsersen, ömrünü o kadar uzatırsın...

OKUYUNUZ

Boris Alihanov, henüz hiçbir kitabını yayımlatmayı başaramamış, beş parasız bir adam olarak soluğu Puşkin Tepeleri Millî Parkı'nda alır. En azından yaz boyunca biraz para kazanacak, alkol probleminden kurtulacak ve hayatını düzene sokacaktır. Kızıyla birlikte Amerika'ya yerleşme planları yapan eski karısından uzakta, Puşkin'i tanımak isteyen turistlere parkı gezdirecektir. Puşkin Tepeleri, "zorluklar ve güzellikler sunan hayata sanatkârane bir bakış"ın romanı...

FOTOHABER

Bahçelievler'de yol kenarı... İyi insanlar ekmeği çöp yerine kuşlara atmış! Ekmek tepeciğinde güvercin de var, martı da. Yavru da var olgun da... Nevale bol olduğu için kavga gürültü yok. Tedirgin olmadan karınlarını doyurabilirler. İki kırıntı için birbirinin gözünü oymak zorunda değiller. Barış içinde bölüşülüyor yemek. Baktıkça imreniyor sanatçı. Ve diyor ki içinden: "İyi ki, aralarında bunca ekmeği istifleyip kıtlık günlerinde karaborsadan satacak kadar zekası olan yok..."