Bir bankacının kâbusu

"15 yıllık bankacıyım. 11-12 yılı adeta rüya gibi geçti.

İşi severek yaptım. Gişede başlayan meslek hayatımı pazarlamada sürdürdüm. Tüm sertifikalarımı ve SPK'yı ilk alanlardanım. Çünkü işimi seviyorum. Her zaman eğitimlere severek gittim. Hafta sonu herkes eğitimi zül olarak görürken ben kendimi yetiştirme anlamında hiç şikayetçi olmadım.

Son 3 yıl her şeyin allak bullak olduğu yıl.

Belki de insanlığımızı yitirdiğim yıl oldu.  Hedef baskısı yüzünden insanlara sattığım o saçma sapan ürünler ilk başlarda vicdanımı rahatsız ediyordu ama sonra ayakta durmak ve işime sahip çıkma adına alıştım her halde.

Mesela oğlunun kart borcunu ödemek için 10 bin lira kredi kullanan emekli müşterime hayat sigortasının yanında bir de işsizlik sigortası yaptım. Hedef baskısı vicdanımı öylesine köreltti ki, bana güvenen insanların mevduatlarını "daha yüksek vaadiyle" günlerce boşta tutacak kadar. Her şey hedefler tutsun diye.

Ama son 1 yıl, artan hedefler ve baskılara kaybolan vicdanım bile yetişemez oldu. Sadece benim değil aynı şubede bir çok arkadaşımın. Hedefler yükseldikçe performansım yerlerde sürünmeye başladı. Müdürün sürekli dışarı çık müşteri bul sözleri çaresizliğimi daha da arttırdı.

Ne yapabilirdim ki, birahanelere, barlara ve cafelere mi gitmeliyim yeni müşteri için. Çünkü KKB sicili bozuk olmayan insan var mı ki? Olan ise zaten sokakta veya ayağına gelen bankacıyı ciddiye almıyor. Havaya giriyor. Farklı beklentinin işaretlerini veriyor.

İşte böyle bir günde  bir haber dikkatimi çekti. "249 bankacıya ahlaksız teklif"

Sıradan bir haber gibi okudum. Haberin sonuna geldiğimde bu bankanın benim çalıştığım kurum olduğunu anladım. En çok mobbing davası, en çok personel çıkartan, son bir yılda el değiştiren. Yani papaz-imam diye izaha gerek yoktu. Bu banka bizdik. Okuyunca "yazık" dedim. Haberden bir iki saat sonra şube müdürü kapıyı kapattı uzun bir telefon görüşmesi yaptı. Belli ki bir sıkıntılı durum vardı.

Sonra kokusu çıktı. Personel çıkartma doğruymuş. Ve bizim şubeden de 1 kişi çıkartılacakmış.

Yine aldırmadım. Tıpkı ölüm gibi bir şey bu. İnsan ölümü kendisine hiç yakıştıramaz. Ölüm haberlerine üzülürüz ama hiç başımıza geleceğini düşünmeyiz. Ta ki, Azrail'in göğsüne oturup o canını almaya geldiği an gibi.  Ya da 2 yıl önce kanser olduğunu öğrendiği an "neden ben?" diye soran bir arkadaşım gibi.

Akşam üstü gecikmeleri ararken şube müdürü beni ve yine pazarlamadaki en yakın arkadaşımı odasına çağırdığı an vücudumun tüm kimyası bozuldu. Şube müdürü kapıyı kapattırdı. O an telefon tekrar çaldı. Arayan bir müşteriydi ama o an benim kanım donmuştu. Kulağımda bir uğultu, kalbim adeta duracak gibi çarpıyordu. Tırnağımla bir başka tırnağımı koparmaya çalışıyordum. Geçen her saniye bana daha da büyük işkence oldu. Müdürün telefonu uzadıkça uzadı.  Karşımda en yakın arkadaşım oturuyordu. İyi kötü günlerimizin birlikte geçtiği can arkadaşım. Çocuğumun hastalığında benimle birlikte hastanede nöbet tutan hatta ekmeğini bile bölüşen canım arkadaşım.

Sonunda müdür konuşmasını bitirdi. Bizim şubeden pazarlama kadrosu teke düşürülecekti. Yani bir kişi işten çıkartılacaktı. Ya ben ya da arkadaşım gidecekti.

İşte o an bozuk olan dengem daha da bozuldu. Bir an aklıma evin kredisi geldi. Daha 4 yıl vardı bitmesine ne yapardım. Sonra bu hayattaki en büyük varlığım kızım geldi. Onun okulu ne olacaktı. Eşimin maaşı ne krediyi ne de kızımızın okul parasını ödemeye yetmeyecekti. Tüm bu düşünceler tansiyonumun iyice düşmesine neden oldu. Artık gözlerim bile flu görmeye başladı.

O an tırnağımla koparmaya çalıştığım diğer tırnağı dişimle çekmeye başladım. Bir an arkadaşım ile göz göze geldim. Onun iki çocuğu vardı ve bir çocuğu sorunluydu. Tedavi görüyordu. O an aklıma okuduğum bir yazı geldi. Askeri lojmanda bir subay eşinin binalarına şehit haberini vermek üzere gelen ekip ile ilgili duyguları.. Kendi zillerini çalmamaları için okuduğu dualar.. Aynı psikolojiye sahiptim aslında. Bu kez bu duyguya sahip olan bendim.

Müdürün ağzından benim adım çıkmaması için sürekli dua ettim. Üstelik bunu yaparken arkadaşımın gözlerinin içine bakarak. O bir kaç dakika bana yıllar gibi geldi. Müdürün ağzından çıkan isim ben olmadım. O an beynimden tüm omuriliğime yayılan bir titreme hissettim. Arkadaşımın sesli ağıdı ile bir an irkildim. Ayağa kalktım bir an ruhumu kirlenmiş hissettim. Arkadaşıma sarılıp teselli ederken bir dakika önce benim değil de onun işten çıkartılması için yaptığım dualar kendimden nefret etmeme neden oldu. Kader işte. Arkadaşım işten çıkartılmıştı. Ben şimdilik belki de üç ay belki 6 ay daha kalacaktım. 

Ne fark ederdi ki?

Akşam bankacılık sektörünün bana verdiğinden çok aldığının muhakemesini yaptım. Sabaha kadar o müdürün odasında geçen 11 dakikanın beni insanlığımdan nasıl çıkarttığını düşündüm utandım. Sonra şu soruyu sordum: Değer miydi?

Nuray  D. "

Bu mektup bankacı bir okuyucumdan geldi ve aynen, yorum katmadan verdim. Umarım aynı vicdani rahatsızlığı bankacılık sektörünü bu hale getirenler duyar.

Yazarın Diğer Yazıları