Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Serap BESİMOĞLU

Serap BESİMOĞLU

Bir Deha Bir Destan, Ölümsüz Atatürk

“Özgürlük Benim Karakterimdir” diyen özel bir insanın ve ona inanan insanların savaşıydı. Çökmüş bir imparatorluktan yeni bir devletin doğacağına inanmayanlarla, vatanın bölünmez bütünlüğüne inananların savaşıydı.

Bir milletin yazgısını değiştiren kurtuluş savaşının son darbesi olan Büyük Taarruza aslında birçok cepheden bakmak mümkündür. Askeri, stratejik, hatta politik açıdan. Bana sorarsanız bu savaş Mustafa Kemal’in dehası açısından onu ayrıcalıklı kılan vasıfları açısından incelenmelidir.
Cephenin ilerisinde ve gerisinde birçok olumsuzlukla mücadele ederken dahi inancını hiç yitirmemiş olması, milletinin ne bir adım gerisinde ne de bir adım ilerisinde olmadan vatan yaratmanın aşkıyla tutuşuyor olması. Halk çocuğu olduğunu hiç unutmadan halkın içinde halk için çalışıyor olması incelenmelidir.

26 Ağustos günü Kocatepe’de hazır bulunan orduların Mustafa Kemal önderliğinde sabah 5.30’da topçu ateşiyle başlayan Meydan Savaşında bir milletin “Ya İstiklal Ya Ölüm” haykırışıyla kendisine sunulan iki seçenekten istiklali ve var oluşu seçişine dünya şahit olmuştur. Savaş sonrası sömürgeci ordulardan geriye kalansa; toplar, tüfekler, yığınlarca ölüdür. Kısacası bu büyük meydan savaşında aslında sömürgecilik yenilmiştir. Onca acının ardından ezilmek istenen Anadolu halkının tekrar diriliş türküsü tüm dünyaya duyurulmuştur. Böylece Dumlupınar ovası emperyalizm yenildiği ilk ova olmuştur. Hatta gücünü halkından alan ulu önder bu zaferden sonra bazı yeni kavramlar getirir. Tarihi Dumlupınar konuşmasında açıkladığı bu kavramlardan en önemlisi “Meydan Savaşı” kavramıdır. Bir savaş meydanında bütün gücüyle çarpışan iki ordu değil, iki ulustur ona göre. Hele ki; bağımsızlık ve kurtuluş savaşları için bu kavram deyim yerindeyse tamı tamına cuk oturur. Büyük taarruzun son safhası tarihimize işte bu yüzden Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçmiştir. Ve bir dizi kavram belirir ardı sıra... Meydan Savaşı kavramı, ulusal egemenlik kavramı, uygarlık kavramı, inkılâp-devrim kavramı. İşte bunlar Atatürk’ün engin dehasından yansıyanlardır. Onun tartışılmaz en büyük dehası ise Cumhuriyet’tir. Yoktan var ettiği Laik Türkiye Cumhuriyeti ve İnkılâp’larıdır. “Duran düşer” ona ait bir atasözüdür. O durmadan yoluna devam eden sarı saçlı, mavi gözlü bir halk kahramanıdır. Milletiyle birlikte çalışır, çalışır.
Araştırmacı-Tarihçi yazar Cemal Kutay’ın anılarını incelerken edindiğim bir bilgiye göre, Ulu Önder kendisine inkılâplarını ne zaman tamamlayacağını soran bir yabancı gazeteciye şu cevabı veriyor, “İnkılâplar bir insanın ömrüne sığmazlar. Bazen milletin ömrü bile buna yetişmez. Türk milleti gibi tarihi tarihle başlayan bir milletin inkılâpçılık vasfı ebedidir. Ben ancak kendi ömrüme sığanları başaracağım.” der. İşte Kocatepe’de yazılan bu destan en büyük Türk’ün ve milletinin bağımsızlık ve ulusal egemenliğini eline almış olmasıdır. Atatürk’ün hem milleti, hem de mazlum milletler üzerinde yarattığı bu hayranlık ve saygınlık boşa değildir. Ne sadece bir insan, ne sadece bir kahramandır. O bir millet, kollektif bir şuur, milli bir kudretin özüdür.

Türklük bilincini özümsemiş bir ulus, tutsaklığın her çeşidini reddetmiş bir toplum ve bilime paralel yürüyen bir Türkiye daima hayaliydi.

İşte bu dehaya bu cevhere ne derseniz deyiniz. O daima büyük büyük Atatürk’tür. Ölmez, ölemez. Aslında o mezarın içinde de değildir bana göre. En büyük dehası Laik Cumhuriyeti ile ilelebet yaşamaya devam edecektir. Onun ölümüyle sevininler bilmelidirler ki, O gömülemez, ancak Türk’e ve Türklüğe uzanan elleri o tarihe gömmüştür. Bir 30 Ağustosu daha dün coşkuyla kutladık. Binlerce minnet, binlerce şükran duygularıyla. Türk’ün zaferi kutlu olsun.

Yazarın Diğer Yazıları