Bir Kürt gencin feryadı

Şu anda insaf sahibi binlerce vicdan feryat ediyor. Duyulmamanın, duyulsa da anlaşılamamanın ıstırabını haykıran bu feryat, sanki başka bir vatanın çocuklarıymış gibi muamele gören bizim insanlarımızdan yükseliyor. Hepsinin en büyük derdi kol kola girmek, sırt sırta vermek istediği kişilerin anlamsız sessizliği, tutarsız davranışları, saçma sapan
kuruntuları...
Sinop ve Samsun’da BDP heyetine gösterilen tepkinin şekli PKK’lı fanatiklerin işine yarıyor. Eğer çay bahçesine gelen grubun BDP’li olduğunu öğrenince, işyerini kapatıp kapısına Türk bayrağı asan esnaf gibi tepki gösterilse, karşı tarafa net ve doğru bir mesaj verilmiş olurdu. Ancak taşlı sopalı, molotofkokteylli tepkiler, birilerinin “bakın biz barış için gidiyoruz, onlar bizi yakmak istiyor” propagandasına hizmet ediyor.
Türk milleti en zor anlarda dahi büyüklüğünü ispatlamış bir millettir. Düşmanlıkları affeder ama unutmaz. Sözde bile olsa barış için gelene, beyaz bayrak uzatana, aman dileyene el kaldırmaz. Zor zamanlarda kişiliğinizi koruyabiliyorsanız, bu zaafınızı değil aksine karakterinizin sağlamlığını gösterir.
Tepkinin türü, Kürtler içinde samimi olarak bir şeyler yapmak isteyenleri de zora sokuyor. PKK’nın baskınlarla ortaya çıktığı 1984 yılında Şırnak’ta dünyaya gelen Ata Altın’ın kaleme aldığı,  “Avaz: Bir Kürt Gencinin Feryadı” isimli bir kitap var. Çocukluğu, terör örgütü, korucular, asker, özel tim ve sivil polislerin silahlı çatışmalarının gölgesinde geçen Altın, kitapta bir anısını paylaşıyor. Köyde bir gece yarısı PKK militanları evlerini basıyor. Örgütçüler, çocuklarının askere gönderilmemesini, kendilerine verilmesini istiyor. Buna karşılık babası, “Size bırakın adam vermeyi, kapımdaki köpeği bile vermem” diye karşı koyuyor. Sabah olunca, “devlete ajanlık yapıyor” deyip örgütü getiren sözde ‘milis’, bu kez çoktan jandarmaya koşup,  “PKK’lılar gelip erzak aldılar” haberini uçurmuştur. Gece örgüte hesap veren babası, Türkçe bilmediği için tercüman aracılığıyla bu kez jandarma tarafından sorgulamaktadır.
Kendisini Türk Milleti’nin Kürt asıllı bir vatandaşı olarak gören Ata kitabında büyük harflerle, “BU KANI DURDURUN!” dedikten sonra şöyle seslenmektedir: “Ben ailemden çok kişi kaybettim. Ben de can vereyim. Ama artık başka yüreklere kıymayın.” 
Ata yalnız değil. “Dersimli Diyap Ağa” kitabının yazarı ve Tunceli Çemişgezek doğumlu Kağan Gökalp de yöresinin yanlış algılanmasından rahatsız. Ziya Gökalp’in torunu olan Kağan Gökalp dedesine ithaf ettiği  “PKK’nın Dersim Sorunu” kitabında, “Kamuoyunda bilinenin aksine PKK ile Dersim arasında uzun yıllardan beri devam eden örtülü bir savaş vardır” demektedir. Gökalp’in araştırmalar neticesinde vardığı sonuç şudur: “PKK, bilinçli ve sistemli olarak Dersim’e karşı bir katliam uygulamıştır.”
Seslerini kamuoyuna duyuramayan, sessiz çığlıklar atan daha binlerce gencimiz var. Anadolu insanının şimdiye kadar bölücülük diye bir derdi hiç olmadığı, kimse komşusunun malına, canına, namusuna göz dikmediği için orta yaşlı insanlarımızdan bahsetmeyi ise zaten gereksiz görüyorum.
Tepkimizi kime karşı ve nasıl göstereceğimiz önemlidir. Bazen usul, esastan önce gelir. Yani yöntem, amacı yoldan çıkarabilir. Unutmayalım ki zorluklar insanların arasını açar ve arada bırakabilir. Yargılarken, haklarında bir hükme varırken dikkatli olalım. Ana-babalar çocukları için hangi fedakarlığı yapmaz. Görüntüde mantıksız gelebilir ancak şefkat ve korku aklı dinlemez. Anlayın, ifade etmesi zor bir durum var. Yazımı ben de Ata Altın’ın Can Dündar’dan alıntıladığı dizelerle sonlandırayım:
“Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken günaha el sürmemek olduğunu
öğrendim.”

Yazarın Diğer Yazıları