Bırakın defolup gitsinler

Macaristan'daki iltica olayı bana geniş bir ufuk turu yaptırdı. Düşünün 16 kişilik folklor ekibinden 11'i kayıp. Geriye dönenlerin sayısı sadece 5. Adına ne derseniz deyin, bu bir sıvışmadır. Kısa süre sonra da diğerleri gibi unuturuz. Rıza Sarraf'la benzeşen taraf, ellerini kollarını sallayarak gitmeleri. Hatta ceplerine Devlet tarafından "Hizmet Pasaportu" konulması. Aslında karar makamı ben olsam isteyen herkesi gönderirim. Madem bu memleketi sevmiyorlar defolup gitsinler. Ne araştırırım, ne soruştururum.

Bu konuda hep Danimarka'ya gıpta etmişimdir. Ülkeye girenlere pasaport sorar, çok iyi incelerler. Çıkışta pasaport bile istemezler. Kimse çıkıp "Hani senin kafa kağıdın?" demez.

En çok da neye bozuluyorum biliyor musunuz? Bizden kaçanlarla ilgili filmlere. Hele bunlara verilen uluslararası ödüller beni fena halde bozar.

Ya burslular?

Daha önce de yazdım, kısaca tekrar etmek istiyorum. Kimilerinin hâlâ yere göğe sığdıramadığı "Yol" filmini Washington DC'de izledim. Cannes'da birincilik ödülünü Costa Gavras'ın Missing'i ile -Kayıp- paylaşmıştı. Hani Yumurtalık T.C. savcısını alnından vurup öldüren Yılmaz Güney'in, senaryosunu yazıp cezaevinden yönettiği yapım..

Janus adlı sinemalar grubundaki gösterimde 4 Türk'tük. Ekrana her "Kürdistan" yazısı bindirildiğinde ortalık tezahürattan yıkılıyordu; "Kürdara Azadi". Susarlar diye beklemekten başka bir şey yapamıyorduk. Sinirlerimiz bozuldu. Örneğin Sami Kohen'in kızı üzüntüsünden ağladı.

Arada, gürültünün olduğu yere baktım. Kalabalıktılar. Hepsi gençti. Hatta içlerinden birkaçını tanıdım. Türk Havayolları'nın ilk New York seferinden Diyarbakır Milletvekili ve Devlet Bakanı Salih Sümer'i karşılayanlardı. Bunlardan biri kız dördü ertesi gün kaldığımız otele gelip Bakanı alıp gitmişlerdi.

Çok yakın mesafede olduğu için "ana dilde konuşmalar" duymuştum. Sonradan öğrendim hepsi devlet bursu ile Amerika'ya yollanmışlardı. Belli ki, dönemin Millî Eğitim Bakanlığı'nda birilerinin onları seçen gücü vardı. Çoğu Türkiye'ye dönmediler. Canımızdan artırdığımız dövizlerle bunları eğittik. Neticede doğup büyüdükleri memleketi satmaları hüzün verici. Bunun için Prof. Dr. Aziz Sancar'ın ellerinden hatta ayaklarından öpmeliyiz.

Farklı durum

Nedense Afrika'nın fakir devletlerinden futbolcu olarak çıkıp, takım halinde Almanya'ya iltica edenleri de hatırlarız. Bunların çoğu sefalet yüzündendi. Bizimkiler gibi ceplerine her ay para konmamıştı. Hiçbirinin Naim Süleymanoğlu gibi de "millet şuuru" yoktu. Birden aklıma O Ses Türkiye geldi. Daha doğrusu Benjamin Kaggwa adlı Ugandalı yarışmacıyı anımsadım. Fakir bir ailenin 20 çocuğundan biri. Uzun bir rota izliyor. Son durağı Tarık Sezer'in müzik okulunda gitar öğretmenliği. Benjamin'in durumu bambaşka.

Kafamda tek soru kaldı. Macaristan'a giden ekip hangi yörenin halayını çekiyordu. Doğrusu merak ediyorum. Neyse ki Türkiye'nin bu olaydan kaybı sadece birkaç kelle. İnşallah, ceplerine harçlık konmamıştır. Bu yapılmış ise, 11'ine de haram zıkkım olsun...

***

Ayrı ayrı

Bu bölümün başlığı Fettah Can'ın bestesi "Mandalinalar"dan. Ak Parti'nin milletvekillerini, CHP'lilerle tartışmaya sokmama kararı iyice zırvaladı. Son örneği Ne Oluyor'da yakaladık. Önce CHP'li Gürsel Tekin yayına alındı. Ayrılan süre doldu ve Ak Partili Aziz Babuşcu gelip, oturdu. Komik taraf, Tekin'in bıraktığı soruları Babuşcu'ya Şirin Payzın'ın yöneltmesiydi.

Düşünün aynı binada hatta belki de aynı kattalar ama karşılıklı konuşamıyorlar. Biraz tuhaf değil mi? Erdoğan'a bu kararı bir an önce kaldırmasını öneriyorum.

Gürsel Tekin'in "İstanbul'da 100 milyar dolarlık rant yolsuzluğu" iddiasına Aziz Babuşcu'nun "Levent'teki araziye bir cami düşünüyoruz" cevabı pekala yüz yüze verilebilirdi. Ayrıca sorunun asıl muhatabı Özhaseki olmalıydı. Sayın Şehircilik Bakanı daha önce de belirttiğim gibi Düzce, Bolu, Sakarya vb. birinci derece deprem bölgeleriyle ilgilenmiyor. Varsa yoksa İstanbul. Neden acaba?

Öbür taraf

NTV'de konuşulan ABD'yle gerginlik ve Rıza Sarraf'ın yargılanmasıydı. YPG/PYD'den Kudüs'e kadar uzanıldı. Tüm muhalefet "17-25 Aralık'la ilgili yargılamalar yapılmalıydı" derken, Mehmet Tezkan'dan çok çarpıcı laflar işittik:

"Bu 4.500'ü aşkın atılan hâkim ve savcılarla mı yargılayacaktık? İyi ki o zaman bunu yapmamışız".

Bu sözler üzerinde iki dakika düşünün. Ne kadar doğru bir teşhis olduğunu anlayacaksınız. Tezkan'la ayrı dünyaların insanı SETA Koordinatörü Burnanettin Duran bile Tezkan'ı anında kutladı.

***

Bir tebrik

Mustafa Kemal Bektaş'ı tebrik etmeyi görev sayıyorum. Müthiş bir hukuk mücadelesinden sonra Samsun Tarım Meslek Lisesi'ni kurtardı. Bu konuda gönderdiği mesajında kendisine destek verenlere teşekkür ediyor. En başta da Yeniçağ ve Batuhan Çolak'a.

Yazarın Diğer Yazıları