“Biz” havuzunda erimek!

Soğuk savaş döneminin kalıplarını henüz hafızalarımızdan söküp atamadık. Bugün yaşanan çatışmaların çoğu da dünyadaki ve ülkemizdeki eski ve yeni değer farklılıklarından kaynaklanıyor. Konunun dramatik yanı; psikoloji ve sosyoloji bilimlerini referans alan kavramların kendi kültürümüzle tanımlanmamasıdır. Özümüze yabancı, tarihi zenginliğimizi aksettirmeyen, bundan dolayı da üzerimizde eğreti duran ifade kalıpları ile anlaşmamız da zor. Ne yazık ki, günümüzün aydınları ve bu tartışmaların muhatabı genç kitleler yeni kavramların esiri olduğu için meramımızı anlatacak kelime bulmakta dahi zorluk çekiyoruz.
Aklım kalbimin hissiyatını ifadede çaresiz kalırken, kalemim mürekkebinden yahut klavyenin tuşlarından kağıda dökülerek somutlaşan sözcüklerimin yetersizliğinden muzdaribim. Çatışma üzerinden kurgulanan bir sistemden nasıl hayırlı sonuçlar alınabilir. Sağcı solcuyla, Alevi Sünni’yle, Kürt Türk’le ve devlet milletiyle çatıştırılacak, bunun adına da devlet yönetimi denilecek! Motivasyon amaçlı rekabet düşüncesiyle değil, fanatiklik seviyesinde bir tarafgirlik ve muhatabını yok etme mantığıyla kurgulandığı için idare edildiğimiz sistem hemen her zaman bir yanından kırılıyor.
Siyasi tarihimizin neredeyse tamamı bu kardeşi kardeşe kırdırma stratejisinin mağdurudur. Allah’tan milletin mayası ve vicdanı sağlam da bu kavgalar zaman içerisinde kaybolup gidiyor. Bu duygularla geçen hafta kaleme aldığım  “Yüksekova’ya da gidilmelidir”  başlıklı yazım bazı forumlarda yaygın olarak tartışıldı. 16 yıl aradan sonra MHP’nin Diyarbakır’da miting tertiplemesi zihnen ve fikren bölünmenin işareti sayılan Fırat’ın doğusu batısı demagojisine önemli bir darbe vurdu.
Endişelerin yersizliği ortaya çıktı. Kaldı ki milletimiz hangi maske altına gizlenirse gizlensin provokatif saldırıların aslında kimler tarafından organize edildiğini rahatlıkla hissedebiliyor. Bundan dolayıdır ki, tahriklerle saman altından su yürütülemeyeceğini görenler şimdi kişilerin yatak odasından ve özel görüşmelerinden medet umuyor.
Açık söylüyorum. Ahlaksız metotlarla hayırlı sonuçlar alınamaz. Rüzgarla gelen fırtınayla gider. İcraatların halk tarafından benimsenmesi ve milli vicdanda mâkes bulması gerekir. Milliyetçiyim diyenler milletin duygularını hafife alamaz ve halkın tercihlerini küçümseyemez. İnsanımızın beynine her nasılsa musallat olmuş önyargılar kolayca izale edilemese de sonsuza kadar varlığını sürdüremez. Ancak insanın ruhuna ve genlerine işleyen ‘ben’ ve ‘biz’ kavramları ile bunların türevleri arasındaki tartışmalar kıyamete kadar sürecektir. Ümidimiz benlik (ırkçılık) denen soğuk buz parçasının biz (millet) havuzunda eritilmesidir.
10 yılı aşkın bir zamandır bütün genelkurmay başkanları terörle mücadelenin sadece askeri yöntemlerle yapılamayacağına dikkat çekmektedir. Aynı şekilde teröriste sadece  “suçlu” muamelesi yapılmalıdır. Suçlu ile uğraşacak olan ise polis ve jandarmadır. Bunların koordinasyon sorunu çözülüp görev alanlarının sınırlandırılmasından vazgeçilmelidir. Askerin temel görevi sınır dışından gelecek tehlikeye karşı ülkeyi korumaktır. Dış düşmana karşı savaşmak için eğitilmeli ve cesaretlendirilmelidir. Kimsenin Ordumuzu ’işgal gücü’ konumuna sokmaya hakkı yoktur. Aksi takdirde ülkemizi bölmek isteyenlerin eline yeni fırsatlar sunarsınız. Zayıf olduğumuz bir dönemde, “iç düşmanı”  basit bir suçlu kategorisinden harp hukuku kapsamında yargılanacak ‘gerilla’ statüsüne yükseltmeye kalkışırlar. Hepsinden de önemlisi bu milletin askeri kendi insanıyla kesinlikle karşı karşıya getirilmemelidir.

Yazarın Diğer Yazıları