Bize kafayı takmışlar

Norveç'te, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin mevcut reisi R. T. Erdoğan'ı, hedefe koymalarının ertesinde, dün, Avrupa Birliği, 2018 bütçesinde "Türkiye için öngörülen fonlarda 105 milyon euro kesintiye gidilmesi" kararı alındı. Sebep olarak da "Türkiye'deki siyasi gelişmeler" gösterildi.

Arkasından daha neler gelecek neler...

Düşünsenize NATO üyesi Türkiye'ye karşı, PKK'nın elindeki Afrin'e, Türkiye'den bir müdahale olursa PKK'yı koruyacağını açıklıyor Amerika!

Yuh be! Terör örgütü, Türkiye karşısında kıymette!

Batı'nın bizi anlamasını beklememeliyiz ve Batı'yı hep ihtiyatla karşılamalıyız. Batılıların şuuraltlarında bir "Şark Meselesi"nin her an patlatılmaya hazır yanardağ olduğunu bilmeliyiz.

Size bir yazının başını ve sonunu vereceğim. Sonra açıklamalarım olacak:

  "Türkiye'ye karşı 19. yüzyıl Batı parçalama politikası aynen de­vam etmektedir. 19. yüzyılda Osmanlı devletini parçalama sü­reci şöyle işlemekte idi: Yunan, Sırp, Bulgarlar kendi milli devletleri için içeride ve dışarıda ihtilal faaliyetlerinde Batı devletlerinden himaye, teşvik ve fiili müdahale sağlarlardı. Rumeli'de halk kışkırtılır, komiteci baskınlarıyla ayaklanmaya sürüklenirdi. Türk halkı kendini savunma zorunda kalır, devlet müdahale eder, kanlı kırgınlar olurdu. Bu tam da Batı'nın istediği bir şeydi. (...)

 "Türkiye'de bir etnik çatışma çıkması ve Batı kontrolünde Birleşmiş Milletler'in, dünya barışı için bunu bir tehdit sayarak müdahalesi gerçek amaçlarıdır. Böylece dava tamamıyla elimizden alınıp ABD ve AB'nin istekleri doğrultusunda bir seyir alır, dava tamamıyla Türkiye'nin kontrolünden çıkar. Bugün Rusya dâhil büyük devletler, Türkiye üzerinde sözde dünya barışı adına baskı yapmakta, fakat Türkiye'nin sorunu çözmesi için gerçekten yardımda bulunmamaktadırlar. Bir tarihçi sıfatıyla benim gözlemim, Batı, Türkiye'ye karşı, 19. yüzyılda Osmanlı'ya uyguladığı politikayı sürdürmektedir..."

Yukarıdaki metin bir mektup...  Prof. Dr. Halil İnalcık, Taha Akyol'a göndermiş, Taha Bey de, o zaman Milliyet'teki köşesinde, 2 Kasım 2007'de yayınlamıştı.

Halil İnalcık'ın bu değerlendirmesinden, Prof. Dr. Kemal Beydilli'nin, daha önce bahsettiğim "Şark Meselesi" başlıklı makalesi vesilesiyle haberdar oldum. Prof. Dr. Beydilli, bu mektubu makalesinin başına almıştı.

Batı, Sevr'i muhakkak uygulamak istiyor. Türkiye'yi Türklere yar etmemek! Mesele budur.

Ben sizi başka bir makaleyi hatırlatacağım. Başlığı "Garp Nazarında Şark Meselesi". Yazarı, "Safes" imzasını kullanmış.  Makalenin Türk Yurdu dergisinde çıktı. Çıktığı tarih anlamlı...  Birinci Dünya Savaşı'nın içindeyiz... 1916'nın sonu.

Safes'in, makalesinin sonunda söyledikleri bugün aynen varid:

"Avrupa devletlerinin ve Avrupalı kavimlerin Osmanlı ülkesini ve bütün Şark-ı karîbi [Yakın Şark'ı], türlü usûl ve vasıtalarla zapt ve istilâ etmeye ve Hristiyan olmayan şarklıları mahv ve ifna eyle­meye uğraşmaları, diplomatlar lehçesinde 'Şark Mesele­si' nâmını almıştır."

Safes imzasını atanın kim olduğu bilmiyorum. Belki Prof. Dr. Ali Birinci Hocamız biliyordur! Makaleyi internette, bu yazının altında okuyacaksınız.

GARP NAZARINDA ŞARK MESELESİ[1]

Şarklılar da, ara sıra Şark Meselesi'nden bahsederler. Lâkin meseleye hemen daima Garplıların zaviye-i rü'ye­tinden bakarlar. Zaten tarih-i umûmînin hangi mesele­sinde biz, bugünün şark-ı İslâmî sakinleri, kendi nokta-i nazarımızı tayine muvaffak olabilmişizdir ki... Yazanları­mızın birçoğu, bildiklerinin, düşündüklerinin hangi menbalardan akıp geldiğini anlatmaya lüzum görmüyor, belki bu hususta kendi kendine bile açık hesap veremi­yor. Meselâ, şimdi bu satırları karalayan, bundan on dört yıl evvel, yine "Şark Meselesi’ne Dair" bir makale yazmış­tı. Fakat o zaman makalesine "Garp Nazarında" kaydını koymak hiç de hatırına gelmemişti. Zannediyordu ki okuduğu, öğrendiği şeyler, "şeyî'dir. Bu sefer, bütün malûmatının ve onlardan doğma mütalâalarının, sırf Garptan alınma ve gelme olduğunu anlıyor ve bunu söy­lemek ihtiyacını da duyuyor...

"Garp Nazarında" demekle iddiakâr bir hataya düştü­ğümü muterifim. Daha sarih ve sahih olmak için "Bazı Fransız ve Rus Menbalarına Göre Şark Meselesi" denil­meliydi. Lâkin ilmîlik davasını görmeyen, sırf "tamimci" bir mecmuanın makalelerinde böyle ince itinalara kalkış­mak, biraz tuhaf görünür diye korktum. Hem zannet­mem ki İngilizlerin, İtalyanların da bu meseleye nazarları pek başka türlü olsun;

Şark Meselesi’nin tarifi çok zordur. Garplı müellifler, Şark Meselesi’ni birkaç türlü tarif etmişlerdir. Mektep ki­taplarına malûmat-ı mevcûdenin en çok takarrür edenle­ri geçer. Şark Meselesi'nin, en mukarrer ve en münteşir tarifini öğrenmek için de, mekteplerde okunan küçük ta­rih kitaplarına müracaat olunmalıdır. Fransız tarih hoca­ları arasında hayli şöhret ve itibar kazanmış muallim Seignobos'un, Fransız idadilerinde ders kitabı olarak kul­lanılan tarih-i umûmîsinde, Şark Meselesi şöyle tarif edi­liyor: "Milâd'ın 18. asrından itibaren Rusya ve Avusturya devletleri, Osmanlı İmparatorluğunu istilâ etmeye ve bu imparatorluğun Hristiyan tebaasını kıyam ve isyan ettir­meye çalıştılar. Bu teşebbüsler, 19. asrın ihtidalarında, Fransa ihtilâl ve imparatorluk muharebeleri ile inkıtaa uğ­radı. 1815'te Osmanlı İmparatorluğu kuvvet ve vüs'atini henüz muhafaza ediyorsa da Rusya tarafından tehdit olu­nuyordu. Rusya'nın tehdidine maruz Devlet-i Osmani­ye'nin ne olacağı bir mesele idi. İşte bu meseleye, bir müddet sonra ‘Şark Meselesi’ nâmı verildi." (Cours de Ch. Seignobos.-Hist. Contemporaine. p. 240) Seigno­bos'un kavline göre "Şark Meselesi" 18. asr-ı Milâdî'de doğmuş ve ismini de ancak 19. asırda almıştır. Vakıa bu ta­rihî ve siyasî meseleye isim takılması, 19. asır diplomatla­rının âsâr-ı himmetinden olduğu muhakkak ise de, mese­lenin 18. asırda tahaddüs etmiş olması muhtelefun fihtir.

Şark Meselesi’ne dair tetkikat-ı mahsusada bulun­muş olmak cihetiyle bu babda Seignobos'tan daha ziya­de hâiz-i salâhiyet olması iktiza eden diğer bir Fransız muallimi, Sorel, "Şark Meselesi" unvanlı kitabının mu­kaddimesine şöyle başlıyor: "Türklerin Avrupa'ya ayak bastığı andan itibaren bir Şark Meselesi tekevvün etmiş oldu, Ve Rusya Avrupalı bir devlet olur olmaz bu mesele­yi kendi lehine halletmek davasına kalkıştı." (La Çuestion d'Orient. p. 10) Sorel, bu ifadesiyle Şark Meselesi'nin ha yatını maziye doğru uzatıyor. Türkler Avrupa'ya ayak ba­sar basmaz, yani Milâd'ın 14. asrı ortalarından itibaren Şark Meselesi tahaddüs etmiştir, diyor. Bu müverrih Şark Meselesi'ni zamanda uzattığı gibi, mekânda da genişleti­yor. Şark Meselesi yalnız Memâlik-i Osmaniye'ye inhisar etmez; Lehistan ve İsveç ülkeleri de bu meselenin oynan­dığı sahnenin mütemmimâtındandır. Fakat en mühim rolleri Türkiye ve Rusya ifa ederler.

Muallim Bourgeois, Şark Meselesi'nin tarihî ve coğ­rafî hududunu, Sorel'den ziyade tevsî ediyor. Türklerin Avrupa'ya geçip İstanbul'u almaları, Bourgeois nazarın­da, Şark Meselesi'nin bir safhasından ibarettir: Asya'dan gelen barbar kavimlerin def ve tard olundukları yahut Roma ve Hristiyan medeniyetini temessül edip onu şar­ka neşretmek üzere geldikleri tarafa teveccüh ettikleri zamandan itibaren, eski dünyada bir Şark Meselesi mev­cuttur. Şark Meselesi kurûn-ı vüstâ cemiyetlerinin inkişaf-ı haricîlerine hizmet eden mesele-i esasiye idi. Charlemagne İmparatorluğunda bir şarkî Fransa vardı ki Frank krallığına istinaden, Ren'in öte tarafında bulunan Cermanya müşrik akvamını kendi içine alıp temdin eder. Charlemagne ve haleflerinin, 9. asırda, Avarlarla muharebâtı Şark Meselesi'nin bir safhasıdır... 9. asrın sonlarında Macarlar zuhur ederek Hristiyan âlemini tehdit ederler. Charlemagne'nin vârisleri ve Roma Papalığı'nın müttefik­leri olan Cermen imparatorları, Macar istilâsını Augsburg'ta 955 tevkife muvaffak olarak Şark hududunu tan­zim ve şarkta askerî Alman müstamerelerini, yani Brandenburg ve Avusturya (Ostreich-Şark Ülkesi) çitlerini (marches) tesis ederler. Bu askerî uçlar, şarkın fethine memurdur. Hristiyan âleminde riyaset, yani imparator­luk, hudud-ı şarkiye meselesini en ziyade gayret ve şid­detle halle muvaffak olan milletin hakkıdır. Başta Klovis ve Charlemagne'in Frankları, sonra Almanlar.

"12 ve 14. asırda bu makam-ı şerefe istihkak, Slav ır­kı ve alelhusus Çehler tarafından iddia olunur... Çehler, Frankların ve Almanların misyonunu devam ettirirler. Ve... mükâfat olarak Lüksemburg sülâle-i hükümdarîsiyle imparatorluğunu kazanırlar: Bu da gösteriyor ki, o za­manlar, Şark Meselesi Avrupa'nın dahilî ve haricî mukad­deratını tayin ediyordu.

Fransa'nın kurûn-ı vüstâda kazandığı mevki-i müm­taz, Şark Meselesi'nin hallindeki dahl-i azîmî ile izah edi­lir. Fransızlar şarka Akdeniz üzerinden yol açmışlardı. Ehl-i salîb seferlerini Fransızlar sevk ve idare ettiler...

"...15. asrın sonlarına doğru Şark Meselesi'ni, genç bir millet, yeni bir gayret ve savletle eline alır. Başta Avru­pa'nın tanımaya tenezzül etmediği bu kavim, Ruslardır.

"... Rus kavminin tarihi, ormanlarda, kara toprakta, bozkırlarda yayılmaktan ibarettir. Tûl müddet Avrupalı­larca meçhul kalan bu tarih, Şark Meselesi'nin yeni bir yüzünü hazırladı... Ruslar, Tatar mahkûmiyetinden kur­tulup istiklâl kazandıktan sonra, eski hâkimlerini Şarka ittiler ve 15. asırdan itibaren Şarka ilerlediler. Bunların bozkırlar üstünden Şark âlemine götürdükleri âsâr-ı me­deniye, eski Yunanî-Roma'nın iğtikadât ve ahlâkı olmuş­tur. Frankların Roma'dan aldıklarını, Ruslar Bizans'tan al­mışlardı. Rusların birinci medinesi olan "Kiyev", ilk gün­lerinden başlayarak Bizans'ın rakibi ve şubesi olmak üze­re, bir şehr-i mukaddes telâkkî edilmiştir. Frank ve Rus­lar'ın mukadderât-ı tarihiyesinde bir nevi teâkub ve muvazenet vardır: Garp akvamının Şark'ı istilâsı nihayet bul­duğu zaman, Ruslarınki başlamış ve bu suretle Şark Me­selesi devam etmiştir."[2] (Manuel historicjue de Politique etrangere.-T. L. p. 10 a 14)

Bourgeois'in Şark Meselesi'ni anlayışı kâfi derecede derinden olmakla beraber, bu garip mesele, onun çizdi­ği hudut içinde de kalmış değildir. Bourgeois, hiç olmaz­sa, Şark Meselesi'ni kurûn-ı ûlâda aramaya kalkışmamış, meselenin mebdeini, bugünkü Avrupa'nın ilk edvâr-ı teşekküliyesine kadar götürmekle iktifa eylemiştir. Fakat "Menşelerinden zamanımıza Kadar Şark Meselesi" diye bir cilt yazan ve kitabı Fransa Enstitüsü tarafından mükâ­fata lâyık görülen Edouard Driault Şark Meselesi'nin ihti­dasını hemen hemen Tufan-ı Nuh'a kadar çıkarıyor! Kita­bın medhali, Şark Meselesi'nin tarifi (Definition de la Question d'Orient)dir: "İskender-i Kebîr, garp tarafı Akde­niz, Karadeniz ve Sahra, şark tarafı İndüs nehriyle mahdud bir ülkeye, yani Avrupa'dan Hindistan'a giden yola sahip olmuştu. İskender'den sonra, Roma İmparatorluğu bu cihete doğru tevessü ederken nadiren Dicle'ye kadar vâsıl olabildi ve binaenaleyh İran bir dereceye kadar azamet ve şevketini kaybetmedi. Muahharan yedinci ve se­kizinci asırlarda [Milâdî] Arap imparatorluğu Bahr-ı Sefid'den İndüs'e kadar yayıldı ve hudutları, Asya'da ce­nup tarafından biraz kayması nazar-ı itibara alınmazsa, Makedonya İmparatorluğu'nun hudutlarıyla tetabuk etti. Daha sonra 12. asırdan 15. asra kadar, barbar istilâları Av­rupa'da yerleşip oturmuş iken, Garbî Asya, Avrupai oldu­ğu nispette Asyaî dahi olan bu mıntıka, bu ileri Asya ya­hut ileri Avrupa, büyük mikyasta muhaceret-i akvam ile karışıp çalkandı. Cengiz Han ve Timur'un imparatorluk­ları Asya-ı Sugrâ'dan Ganj'a kadar bütün memleketleri kapladı: Kostantiniye, Aksa-yı Şark'tan veya orta Asya yay­lalarından koşuşup gelen fatihlere karşı, uzun müddet Avrupa'nın son hisarı olarak kalmıştı. Asyalı müstevlilerin son bir dalgası, 1453'te İstanbul şehrinin duvarlarını, Hristiyan dininin İslâma karşı duran bu şeddini de yıktı Osmanlı İmparatorluğu, dört asırdan fazla bir zaman, şar­kî Avrupa ve garbî Asya'nın Fars körfezinden Tuna nehri­ne ve Adriyatik Denizi'ne kadar imtidad eden bir kısmı üzerine yayıldı. 16. asırdan itibaren, İstanbul sultanı Av­rupa işlerine karışır oldu. Ve ta o zaman Fransa ile bilittifak Tuna'nın havza-i vustâsında Alman hudutlarını geri çektirdi. Süleyman-ı Kanunî'nin devr-i saltanatı (1520-1566), bu devletin uc-ı ikbâli oldu. Çünkü Osmanlı Türk­lerinin hâkimiyeti fetholunan kiralarda, hiç değilse Avru­pa'da derin kökler salıvermemişti. Türkler, mağlûp ka­vimlerle kaynaşıp birleşmek için hiç sarf-ı gayret etmek­sizin onların üzerine oturup yerleştiler ve 17. asırdan baş­layarak Saltanat-ı Osmaniye zayıfladı, hudutları geri çekil­di... İslâmın Avrupa'da ve Asya'da, Bosfor ve Dardanel'in her iki tarafında ric'ati, Şark Meselesi'ni tevlid etti. Şark Meselesi'nin tarihi, akvâm-ı İslâmiye zararına, onlara komşu milletlerin terakkisinin tarihinden ibarettir. Bu ci­hetle Şark Meselesi, evsaf-ı diniyeyi hâizdir. Mehmed-i Sânî ile Süleyman-ı Kanunî'nin Hristiyan toprağında kazandıkları muzafferiyât, hilâlin salîbe galebesi idi. Asr-i ahîrde Rusların Türkleri yenmesi, Balkan küçük devletle­rinin dirilmesi, salîbin hilâlden intikam alması oldu ve her tarafta, Türkistan'da, Kafkas'ın cenubunda, Tuna üzerinde, Adalar'da, Suriye'de, Nil vadisinde, Hind'de akvam-ı Hristiyaniye, İslâm sancağını ric'ate icbar ediyorlar.

Öyle azîm bir harb-i salîbî ki kurûn-i vüstânın hurûb-ı salîbesi yanında çocuk oyuncağı kalır."[3]

Driault, Şark Meselesi'nin mahiyet-i diniyesini böyle tasrîh ve tayin ettikten sonra evsaf-ı nüvesini göstermek üzre diyor ki: "Yafes'in evlâdı olan Lâtin ve Grekler, Cer­men ve Anglo-Saksonlar, Islav ve Ruslar, "Ban Donya" eteklerinde, Mısır akvamının, Irak Samilerinin, Asya-yı Sugrâ Türklerinin etrafını sararak Hindos ile Akdeniz arasında, birleşmeleri mukadder gibi görünen Hind ve Avrupa ailesinin iki büyük şubesini ayırmak için ansızın gelip girmiş bu yabancı kavimleri mahvetmek için üzer­lerine saldırmaktadırlar.

Lâkin, asrımızda Şark Meselesi'nin tarihi bilhassa mahiyet-i iktisadiyye iktisab etmektedir. Bu da akvamı hatta akraba kavimleri yekdiğeri üzerine saldırtan tenâzü'-i bekanın eşkâlinden biridir. 350 milyon Avru­palıyı 250 milyon Hindli ile 400 Çinliye başlayan ve maişet-i yevmiyenin muhtaç olduğu mahsulâtı, eski dünya üzerinde geçirerek, Muhît-i Kebîr’den Muhît-i Atlasî'ye taşıyan eski büyük ticaret yolu, Süveyş Kanalı'nın hafrından beri, buradan gelip geçiyor. İngiltere Akdeniz, Şap Denizi ve Muhît-i Hindî üzerinde bu yolun en alâ mevkilerini tutmaktadır. Fransa Bahr-i Sefîd-i Garbî'nin şimal ve cenup sahillerine mutasarrıf ol­duğu gibi onun şarkta menâfii, menâfiinden daha sağlam an'anâtı vardır. Rusya şimalin buzlu ovalarında ve bozkır­larında mahpus kalmaya razı olmuyor, ona serbest bir denizde, Bahr-ı Sefîd, Okyanus-ı Hindî veya Okyanus-ı Kebîr'de bir mahreç lâzımdır. Avrupa milletlerinin diğer­leri de, bu büyük ticaret yolu üzerinde bir mevki edinme­ye muhtaçtırlar. Zira bu yoldan uzakta kalanlar, yakın za­manların faaliyet-i iktisadiyesinde büyük rol oynamaktan vazgeçmeye mecbur olacaklar gibi görünüyor. Tarih-i be­şerin ilk tecellî ettiği şark, bugün yine tarihin başlıca sah­nesi hâline geldi."[4]

Edouard Driault Şark Meselesi'nin menşelerini kurûn-ı ulâya, ta İskender-i Zülkarneyn'in efsanelerle dolu devre-i fütuhatına kadar çıkarmakla beraber, Fransızların müspet, sarîh ve maddî zihniyetine sadık kalarak, mese­leye hiç olmazsa, müphem ve muğlak Mâ-fevka't-tabiiyyât karıştırmıyordu. Rus müverrihîn-i meşhuresinden Slavyov'un Şark Meselesi'ne nazarını öğrendiğimiz za­man, şiir ve tasavvufa çok meyyal Slav zihniyetinin bu un­suru da, meselemize sokmakta kusur etmediğini görüyo­ruz. Slavyov'un indinde Şark Meselesi, tarihin kayt ve ta­hattur edemeyeceği kadar eski zamanlardan beri Avrupa ile Asya'nın müsademesini ifade eder ki bu müsademede Avrupa hayat ve menâfi bahş eden denizlerin, Asya ise ölüm dağıtan bozkırların tesirlerini teşhis ve temsil eder. Avrupa ve Asya'nın tarihin âdeta Hürmüz ve Ehrem'ini evvelâ bu iki kuvvetin çarpışması, tarih-i cihanın en esas­lı bir hâdise-i bâtıniyesidir. Slavyov'un bu nazariyesi, te­rakkiperver ve Garpçı Rus müverrih ve muharrirlerinin çoğu tarafından bir hakikat olmak üzere kabul edilmiş ve Rusya'nın Garplılaşmasına, hayat ve menfaat veren deniz­lerden müstefid olmasına muktezî tedâbir-i içtimaiye ve siyasiyenin izah ve tafsiliyle hayli uğraşılmıştır. Bu nazari­yeye göre Ruslar, nihayetsiz sahralardan, kırlardan, Ehrem'ini karanlık ve mevt-âver ülkesinden kurtulup denizlere, Hürmüz'ün parlak ve hayat-bahş saltanatına ka­vuşmalıdır. Görülüyor ki mübhemât-ı felsefiyeden gayet maddî bir netice-i siyasiye çıkıyor: Ruslarca Şark Mesele­si Boğazlar'ı zorlayıp Devlet-i Osmaniye'yi ortadan kaldı­rıp Akdeniz'e inmek ve yerleşmektir.

Bütün bu naklolunan ifadelerden Şark Meselesi'nin gayet açık ve sade bir tarifini çıkarabiliriz: "Avrupa devletlerinin ve Avrupalı kavimlerin Osmanlı ülkesini ve bütün Şark-ı karîbi, türlü usûl ve vasıtalarla zapt ve istilâ etmeye ve Hristiyan olmayan Şarklıları mahv ve ifna eyle­meye uğraşmaları, diplomatlar lehçesinde ‘Şark Mesele­si’ nâmını almıştır."

Safes

 

[1] Safes, “Garp Nazarında Şark Meselesi”, Türk Yurdu, Yıl 4, S. 123 (24 Teşrînisânî 1332-7 Aralık 1916), C. 5 (Hazl. Arslan Tekin vd., Ankara 2000, s. 266-268.

[2] Bazı yerleri atlanarak ve hülâsa edilerek tercüme olunmuştur.

[3] La Question d'Orient depuis ces origines jusqu a nos jours.-lntrodnetion p. 1-2.

[4] Driault'nun bu eseri, "Mehmed Nalız" imzasıyla Türkçeye tercüme olunmuştur. Tercümede bazı hatalar olmakla beraber okunmasını tavsiye ederiz.

Yazarın Diğer Yazıları