Böyle mi olmalıydı...

Geçmişte yaşadıklarımızı şöylesine hafızamda bir canlandırıyorum. Bir de şimdiki yaşadıklarımıza bakıyorum. Hey gidi günler hey demekten kendimi alamıyorum. Çünkü tüm imkânsızlıklara rağmen o günün mutluluğuna karşı, bu günün zulmünü görünce aradaki farkı anlamakta zorlanıyorum.
Ülkem o gün, tabii ki bu günkü kadar gelişmemişti. Hepten yabancılara imrenir, onlar gibi yiyip, içip, giyinerek mutlu bir yaşam sürmeyi hayal ederdik. Şimdilerde her türlü şeyin olmasına rağmen yine onlara imreniyoruz. Çünkü bugünde, dünden farklı olarak para ve demokrasi yok.
Ancak halktan kopuk bir yönetim sergileyenlerin söylemlerine göre, GSMH’dan kişi başına düşen pay 10 bin dolarmış. Halkın büyük çoğunluğu ise değil 10 bin doları, 10 bin lirayı dahi bir arada görmemiştir.
Bu fakirliğe rağmen dünyanın en pahalı elektriği, suyu, yakıtı, eti, ekmeği bizde olunca, eline geçen üç kuruşu da buralara yatıran vatandaşın halini varın siz düşünün. Çalışanı banka kredisine, çiftçisi tefeciye, esnafı icraya mahkûm olmuş bir milletin durumuna iyi denilebilir mi? Müslümanım diyen bir iktidar döneminde Ramazan ayı bahane edilerek bakliyat ve et başta olmak üzere tüm gıda maddelerine zamların yağmur gibi yağdığı şu günlerde, kontrolleri gereği gibi yaptırmayarak fırsatçılara halkın yoldurulmasına göz yumuluyor. Halk açlık ve sefaletini birazcık olsun gidermek için banka kartlarına mahkûm olurken, faiz girdabında boğulmasına seyirci kalınıp, yüzbinlerce Suriyeli, Somalili, Ermeni ve nicelerinin ülkeye gelmesine izin verilerek bunların çalışmadan bakımları yapılıyor. Peygamber Efendimizin bir hadisindeki “Ölürken dahi elinizde bir fidan varsa, ölmeden önce onu dikiniz” buyruğuna rağmen, ağaçları keserek iş yeri yapıp birilerini zengin etmek adına inançlarımız yok sayılıyor.
Yeşili korumaya çalışanlar çapulcu diyerek öldürülürken, öldürülemeyenler de tutuklattırılarak damlara doldurtmak demokrasinin gereği sayılıyor. Bunlar da yeterli görülmeyerek, bir daha yönetime karşı halkın eylem yapmasını önlemek amaçlı insanların üzerlerine palalı, silahlı ve sopalı insanları saldırılıyor.
Yandaşların ve bölücülerin eylemleri görmezden gelinirken, idareyi eleştirenlere işkenceler yapılarak mahkeme kapılarında süründürülüp hapislere doldurulması hukukun kuralı kabul ediliyor. Hükümeti devireceklermiş diye onlarca subayı toplayıp, bir de terör örgütü lideri ilan ederek, asıl terör örgütü liderini salıvermek için çeşitli manevralara giriliyor. Çözüm, çözüm diyerek bunca yıldır birlikte yaşayan insanları birbirine düşman hale getirip, terör örgütüne yeni katılımları önlemeyerek güçlendirmenin ülkeye nasıl bir bela getireceği hiç mi hiç düşünülmüyor. Bölücülerin kurduğu sözde güvenlik güçleri gösterisine, yaptığı baskınlara kaçırdığı adamlara rağmen bunları görmezlikten gelip, akil insanlar diye onlarca kişiyi il il gezdirip, yedirip içirerek PKK’nın isteklerini içeren bir de bildiri yayınlatmak devlet yöneticiliği sanılıyor.
Dünya liderliğine soyunduk diyerek, dün kardeşim dedikleriyle bugün kanlı bıçaklı bir siyaset gütmek, Türkiye’yi yalnızlaştırarak ateş çemberinin ortasına atmakla kime hizmet ediliyor. Yönetim böyle mi olmalıydı.
Bizde bir cahillik edip sizleri bu ülkenin başına getirirken; “zamanında simit satarak geçinenler fakir fukarayı anlar. Alnı secdeye gelen kişilerdir, Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket ederek halkımızı refaha erdirirler” diye düşünmüştük. Heyhat, nasıl da yanılmışız. Despotizmin hâkim olduğu, hukuk dışı kuralların uygulandığı, peşkeşlerin çekilip, yandaşların kayrıldığını ve eleştirilere tahammülsüzlüğü gördük. Bölünmeye bir adım daha yaklaşılıp, bölücü başının devlet yönetiminde söz sahibi kılındığına şahit olduk. Bu nedenledir ki, geçmiş günlerimizi özler olduk. Biz de Allah’a yakararak diyoruz ki, “Yarabbi tek sığınacak kapımız var o da Senin yanın. Şu mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine bizleri koru ve kolla. Sen dilekleri kabul eden ve her şeyi yapmaya kadir olansın...”

Yazarın Diğer Yazıları