Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Bozgun günlerinde BAŞKUMANDAN

İçinde yaşadığımız buhran günlerinde de bize ışık tutacak büyüklerimiz vardır. Bunlardan faydalandığımız nisbette başarılı oluruz. Bunların en başta gelenlerinden biri rahmetli ATATÜRK’dür. Alman asıllı bir kurmay subay olan ve Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın emrinde savaşanlardan olan Won Herbert Türkün faziletlerinden bahsederken
der ki:
 “Türkler müdafaaya başkalarının vazgeçtiği noktada başlarlar”
Biz millet olarak pek çok bozgunlar verdik. Fakat hemen hepsinin sonunda da milli birlik ve beraberliğimiz sayesinde yeniden toparlanarak varlığımızı sürdürmeyi başardık. Bu bozgunların en amansızı ve korkuncu Kurtuluş savaşı ve öncesinde yaşanmıştır. Türk orduları İzmir’in işgalini müteakip Kütahya, Afyon, Bursa gibi en münbit ve en stratejik bölgelerimizi düşmana kaptırarak Eskişehir’e sığınmıştır. Eskişehir de düşmek üzeredir. Daha henüz İnönü zaferleri kazanılmamıştır. İsmet Paşa’yı Eskişehir’de bozgun halinde gören Halide Edip Hanım anılarında bu buhranlı durumu çok dramatik bir şekilde nakleder. O sırada bozgun halindeki ordunun kalıntıları Eskişehir’e herşeylerini kaybetmiş vaziyette yığılmaktadır. Bu korkunç üstü korkunç durumu Efsane Maarif Vekillerimizden olan Mustafa Necati Bey’den ve Kâzım Özalp Paşa’dan dinleyen Yahya Kemal onların ağzından aynen kaydeder. İşe bu anılar Kurtuluş Savaşı Orduları Başkumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın büyük bir sırrını da bünyesinde taşımaktadır:
“Necati Bey, İstiklâl muharebelerine dair bir çok menkıbeler arasında bir hatırasını nakletti, dedi ki: “Kâzım Paşa’nın kumandası altında Akhisar cephesini tutan bir avuç fedakâr, Yunan ordularının o mükemmel hazırlığıyla yaptığı o müthiş savleti bittabi kıramazdı. O küçük vatanperver cephesi darmadağın olduktan başka, top, tüfek, mitralyöz, cephane, araba, hayvan, erzak hâsılı ne varsa gitti. Devletin bizzat kendi düşmanla müttefik olduğu o günlerde, yalnız şahıslarına güvenerek vazifelerini ifâ etmek isteyen fedâkar kumandanlarımızdan Kâzım Paşa, benim gibi birkaç gençle içeriye doğru ri’cat ediyordu. Önünü boş bulan düşmanın savleti müthiş, ri’cat müşkül, vaziyet her saat ölümle kalım arasında oynuyordu. Orada hazır bulunup da hâle akıl gözüyle bakan bir adam dedi ki fâcia artık sonuna gelmiş, vatan bitmiştir. Yunan orduları bir karabulut gibi ilerledikçe istilâyı bekliyen şehirlerimizde hezimet ruhu derhal itilâfcılığı uyandırıyordu. Vatanperverler Türk şehirlerine ve köylerine bile giremezdiler. Halife’ye isyânın şakiliğin, dinsizliğin her nev’i ile itham ediliyorlardı. Bu cehennemi ric’atin perişanlığı ortasında Eskişehir’e varabildik. Eskişehir düşmanın savletini müeteellim, yaslı, perişan bir halde bekliyordu. Düşman trampete çalarak oraya da, ondan sonra her şehrimize de girebilirdi. Durduracak ordularımız yoktu. Ric’at arkadaşlarımızla Eskişehir’de biraz istirâhat edebildik. O gün birdenbire Ankara’dan bir vagonu çeken bir lokomotif bütün sür’atiyle geldi. İstasyonda durdu. İçinden Mustafa Kemal Paşa çıktı. Onu ilk defâ görüyordum. Gözleri her zamandan ziyâde çarpışan kılıçlar gibi kıvılcımlı ve yüzü sertti.  Vagondan indikten sonra etrâfını alan büyük ve küçük askerlere yıldırım gibi hızlı ve sürekli emir veriyordu. Emirleri arasında Garp Cephesi... ordu...kolordu... fırka... süvâri alayları... top bataryaları...mitralyöz bölükleri sözleri geçiyordu. Hepimiz bir mıknatısın câzibesine tutulmuş gibi ona bakıyorduk. Ben görmüştüm ki top, tüfek, cephâne, hâsılı nemiz var nemiz yoksa Aksihar cephesinde kalmıştı. Kendimden geçmiş bir halde ona bakıyordum. Oradaki zâbitler, askerler ve halk onun yüzünün ve sözlerinin sihrine tutulmuş, canlanmış, harekete gelmiş, sağa sola koşmağa başlamış, emirleri harfiyen icrâya sarılmış bir hâle geldiler. Eskişehir halkı bayraklarıyla sokaklara boşaldı, coşkun bir nümâyişle ortalığı sardı, ahz-ı asker şubeleri açıldı, hâsılı muhit birdenbire değişti. Bu hal karşısında Yunan orduları Eskişehir’de muhtemel bir tecemmu’u nazar’ı dikkate alarak daha ziyade ilerleyemediler, Kestel hattında kakılıp kaldılar. İşte Birinci İnönü Meydan Muhârebesi’ni kazanacak olan kuvvetin ilk mayası o gün Eskişehir İstasyonu’nda atılmıştı. Bir başkumandanın ne olduğunu o gün orada ilk defa gördüm. Çok sonraları anladım ki başkumandan o gün orada Garp Cephesi... ordu... kolordu... süvâri alayları... mitralyöz bölükleri...sözlerini söylerken, muzafferiyeti kazanacak ordularımızı halk önünde dehâ lisâniyle, havaya tersim ediyormuş! O gün orada onun dediklerinin hepsi sonraları oldu, lakin o gün orada yalnız kendisi vardı! Bu kifayet etti”

Yazarın Diğer Yazıları