Bozkurt büyüttüm

Türk Milliyetçilerinin kendilerine hedef tayin ettikleri en güzel duygu Turan sevdasıdır ve sembolleri de Ergenekon’dan çıkışta yol gösteren Bozkurt’tur. Özetlersek, Kimliğimiz  “Türk Milliyetçiliği” , Sembolümüz de
“Bozkurt” tur.
Sayın okurlarım, ben gençliğimde hep Bozkurt’umla beraber yaşadım.  “Deli Kurt”un, “Ruh Adam”ın, “Bozkurtların Ölümü”nün, “Bozkurtlar Diriliyor”un heyecanı içinde onunla kaynaştım. Paralarda, pullarda, okul armalarında, izci şapkalarında hep onu taşımıştım. Ankara’daki baba evimizin yanındaki Ulus Meydanı’nı süsleyen Zafer Anıtı’nın taş duvarlarındaki Bozkurt başlarını her gün doya doya seyrettiğimi unutamıyorum.
Sonunda, muradıma erdim ve hevesimi bilen komşumuzun üzüm bağlarında bulduğu yavru kurt’uma kavuştum. O yılların çok kısıtlı imkanları beni ve yakınlarımı fotoğraf makinesinden mahrum ettiği için, sizlere görüntülerimizi ulaştıramamış olmanın ezikliğini hissetmiyor değilim. Bozkurt’um Kürşat’la üç yıla yakın bir beraberliğimiz oldu. İlk günleri onu evimizin küçük bahçesinde, biraz büyüdüğünde ise çalıştığım inşa halindeki bugünkü TBMM’nin bodrum katındaki huzurlu mekanında, 1949 yılından sonra büyüttüm. Her canlıdan ayrı bir yaratıktı. Şımarmaz, yılışmaz, okşanmak istemez, memnuniyetini belli etmez, kuyruğunu sallamaz, havlamaz, ehlileşmez, yuvasından ayrılmayı ve gezmeyi sevmezdi. Bozkurt’u yakından tanıdıktan sonra, bütün hayvanların rol aldığı sirklerde, onun niçin olmadığını daha iyi anlar olmuştum. Üç-dört günde bir çilek sepeti dolusu çiğ işkembeyi çiğnemeden yutar ve karnı farklı şekilde büyürdü. İnşaatta çalışan kırsal kesimliler, onu yakinen tanıdıklarından, endişelerini bildirerek beni uyarırlardı. Bir gün Kürşat zincirini kopartmış ve işyerinde panik başlamıştı. Büyük bir alan işgal eden inşaatta, ben ancak onun gibi uluyarak, ona ulaşabilmiştim. Ben kurt gibi uludukça, o da bana cevap veriyordu. Neticede, yuvasına tekrar kavuştu. Yaşadığımız hadiseler ve anlatılanlar beni daha çok tedirgin ediyor ve önlemler almağa sevk ediyordu. İlk önce onu, tehlikesiz hale getirmek amacı ile yırtıcı dişlerini kestirmeyi düşündüm. Veteriner yolunu yarıladığımda ikimiz de yorulmuştuk. Karlı bir kış gününde ona tabi olarak yürüyorduk. Her binanın dört tarafını dolaşıyor fakat caddeleri karşıdan karşıya geçemiyorduk. Geri döndük.  Neticede aklıma, Orman Çiftliğindeki hayvanat bahçesi geldi. Hem Kürşat yaşantısını devam ettirir ve hem de ben olası bir tehlikeden kurtulurdum. Düşündüğüm gibi oldu. Görevliler, kendi usullerine göre tedbirler alarak bir kamyonla geldiler ve Kürşat’ı boynuna geçirdikleri demir çubuklu kıskaçlarla vasıtaya zorla bindirdiler ve hareket ettiler. Ben ağlıyordum, o da bana uluyordu. Hayvanat bahçesi amiri o yıllarda Hindistan’ın bize hediye ettiği Mohini isimli file karşılık onlara Bozkurt hediye etmeyi düşündüklerini, bakımlı olan bizim Kürşat’a bu görevi vereceklerini de ifade etmiş ve beni sevindirmişti. Ben Kürşat’ı görmek ve hasret gidermek için pazar gününü dört gözle bekledim. Yine bir çilek sepeti işkembe ile çiftlikteki Hayvanat Bahçesine gittim. O, yüksekçe bir demir kafeste, diğer kurtlardan ayrı korunuyordu. Uluyarak yanına gittim. Beni görünce çıldırdı ve demir kafes devrilme tehlikesi geçirdi. Hasret giderdikten sonra, işkembeyi de bütünü ile yuttu.
İkinci pazar günü yine aynı özlem ve hevesle ona gittim. Fakat bu kez benim heyecanıma hiç cevap vermediği gibi yüzüme bile bakmadan demir kafeste dönmesine devam etti, işkembeleri de yemedi. Ben Kürşat’ımdan böyle mi ayrılacaktım? Hüngür hüngür ağlamaktan başka yapacak bir şeyim yoktu...
Türk’ün sembolü olan Kürşat da, bana güzel bir ders verdi; “Bozkurt’un haysiyeti engellenirse dostluğu da biter”miş. Kürşat’ın asaletinden bu dersi aldım.
Sayın okurlarım, başımdan geçen bu olayı genç ülkücü kardeşlerimin de benim gibi, heveslenmemeleri için ve meraklı olanları bilgilendirmek için kaleme aldım.
Kimliğimiz, Türk Milliyetçiliği ve sembolümüz de Bozkurt’umuzdur.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları