Bu tablodan kalite çıkar mı?
Bir ülke ve siyaset, kendisi de dâhil her şeyi nasıl yozlaştırır derseniz, gelin Türkiye’ye bakın derim.
Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, otoriter ve tekçi (monolotik) doğası ile önce siyasal sistemi yozlaştırdı. Siyasal sistem, kendisini yönetenlerin, siyasi düşüncesi ve siyasal sistemin tekçi monolotik olması sebebiyle, gücü tekleştirdi. Tekleşen siyasi güç ve ona bağlı iktidar, alt dengelerin tamamını bozdu.
Devletin kurumsal yapısı işlevsiz hâle getirildi.
Anayasa Mahkemesi görevini yapamıyor.
Yargıtay, siyasi kararlar alıyor.
Danıştay, idari denetim yaparken fırça yiyip yemeyeceğini hesaba katmak zorunda.
Sayıştay, kimi raporları eskisi gibi toplum ve meclis denetimine açılmıyor.
Merkez Bankası bağımsızlığını yitirdi.
TRT, anayasal ve yasal hükümleri uygulamıyor.
Demokratik sistemi etkisizleştirdiler.
Siyasal sistemin ve millî iradenin gücü olan TBMM, milletin siyasi gücü olmaktan çıktı, iktidarın tüm isteklerini yapan onay merciine dönüştü.
Sonuç?
Büyük ahlaki yozlaşma toplumsal katmanlara dalga dalga yayılmağa başladı.
Bunun sonucu olarak sosyal sistem krizi öne çıktı. Hâlen daha değerlerin iflasıyla karşı karşıyayız. Evden kaçıp başkasından çocuk kazanan kadını kocası, TV programlarında arayıp eve dön çağrısı yapıyor.
İffet, anlam kaybına uğradı.
Namus, değersizleştirildi.
Siyasal sistem, sosyal sistemi, sosyal sistem de kültürel sistemi bozdu. Böylece ortaya toplumsal dengesizlikler çıktı.
Ekonomik kriz kolay düzeltilemeyecek hâle getirildi. Toplum millî gelirden adil pay alamıyor. Hatta yeteri kadarını bile alamıyor.
Emek değersizleştirildi. Alın teri, bağlı olarak hak, ona bağlı olarak, çalışma ve başarı hor görülmeğe başlandı.
Emekli aylıkları ortada.
Sınav başarısı karşısında mülakatın yarattığı haksızlık herkesin dilinde.
Ülke olarak teknoloji üretimi alanında geriye gittik. Türkiye eskisine oranla teknoloji üretemiyor.
Dünya demokrasi sıralamasında Arjantin’in de gerisine düştük.
Demokrasinin vazgeçilmezi olan seçimlerin adil yapılması iktidar lehine bozuldu. İktidar kendisine bağlı bürokrasiyi, siyasi amaçları için kullanıyor. Devlet memurları, siyasi tarafsızlığın garantisi olacak yerde, taraftar olarak boy gösteriyor.
Demokratik seçimler, tıpkı maçlar gibi adil yarışı gerektirir. Seçimlerin adil yapılması, millî iradenin kendiliğinden oluşması için herkese eşit propaganda hakkı verilmesini gerektirir.
Türkiye’de medya, kurumsal olarak, demokrasinin oluşmasına katkı sağlayacak yerde, adayların ilan ve reklamlarını almıyor, kendilerini televizyonlara çıkarmıyor, yazdırmıyor, konuşturmuyor, seçim sonunda da “millet kazandı” diyor.
Hayır, millet kazanmadı, çarpıtmalar ve algı yönetimleri kazandı. Olacak olan bu.
Medya, haberde tarafsız ve hür, yorumda serbest olmak zorundadır. Böyle olmazsa, bu ortamda siyasal kamuoyu, niteliksiz oluşur. Bu da demokrasinin kaybı demektir.
Ekonomi düzelmiyor.
Çünkü yazının başından bu tarafa saydığımız ve daha yazılması gereken pek çok neden ekonominin düzelmemesinin sebebi. En başta yabancı sermaye gelmiyor.
Devletten ihale alan büyük şirketler neredeyse vergiden muaf tutuluyor.
En kötüsü de devleti, içinden içinden kemirmekte olan ve yok eden yeni bir virüs, başta iktidar ve ortakları olmak üzere siyasal sistem tarafından kabullenilmiş görülüyor.
Nedir o?
Siyasetin yatırımları fiyatlandırması.
Bu yeni rant biçimi, iktidar ve zenginlerini çok mutlu ediyor. Aynı zamanda seçmenin fiyatlandırılması sonucuna sebep oluyor.
Ekonominin yarattığı yoksullukla, siyasetin seçmeni fiyatlandırması arasında ortaya çıkan bağ, iktidarın siyaseti satın alma gücüne bağlı olarak seçimin sonuçlarına etki ediyor.
İşte tüm bunları bildikleri hâlde, dini çevrelerin, yozlaşmayı, dindarlığın gereği olarak desteklemeleri, reel politiğin bir sonucunu önümüze koyuyor. Hâliyle bu tablodan kaliteli yönetim, kaliteli toplum, nitelikli ahlak, sağlıklı demokrasi ve başarılı ekonomi çıkmıyor.
Bilesiniz ki güzel ülkemiz Türkiye, haddinden fazla hırpalanmış durumda. Ne yazık ki kötü gidiş sürüyor.