Bugünü düne bakarak değerlendirmek / Prof. Dr. Mehmet Saray

Bugünü düne bakarak değerlendirmek / Prof. Dr. Mehmet Saray

mehmetsaraymail@gmail.com

Dönemin önde gelen sömürgeci devletleri İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya, II. Dünya Harbi başlamadan ve başladıktan sonra üç defa bir araya gelip Osmanlı Türkiyesini paylaşma antlaşmaları yapmışlardı. Bu olay, bir nevi, İslam dünyasını ve Balkanları asırlarca idare eden Osmanlı Türklerine karşı tertip edilmiş bir Haçlı seferi idi. Bu haçlı seferi Çanakkale’de durduruldu ise de, harpten yenik çıktığımız için düşmanın ordularının başkent İstanbul’u işgal etmesine engel olunamamıştı. Bu arada, sömürgeci işgalciler Osmanlı devletini içeriden çökertmek için, Türk idaresinde asırlardır huzur içinde yaşayan Rum, Ermeni ve Kürt cemaatlerini, kendilerine ayrı devlet kuracaklar vaadi ile, isyana teşvik etmişlerdi. Bu nankör azınlık unsurların isyan etmeleri ve müstevli devletlerin Anadolu’nun muhtelif bölgelerini işgale başlamaları Türk insanını hem son derece üzmüş ve hem de onları ümitsizliğe sevk etmişti. Zira, son otuz-kırk yılda cereyan eden savaşlar nedeniyle çok sayıda şehit veren halk yorgun ve perişan hale düşmüştü.

Bu kritik dönemde, sömürgeciliğe karşı olduklarını ve halkların eşitliğine inandıklarını, ki rejimi yerleştirdikten sonra bu sözlerinden vazgeçmişlerdir, söyleyen Bolşevikler 1917’de Rusya’da ihtilal yaparak savaştan çekildiklerini açıklamışlardı. Rusların harpten ayrılmaları bizim için bir şans idi. Ruslar harpten çekilmemiş olsalardı, Sarıkamış felaketinden sonra perişan hale gelen Kafkas cephesinde onların Doğu Anadolu’yu ele geçirmeleri zor olmazdı. Bu durumda, yokluk içinde Milli Mücadeleyi yapanlar Kafkas Cephesinde de çok sıkıntı çekeceklerdi

Harbin sonunda, Türk milletinin perişan ve ümitsiz bir şekilde ne olacağını beklediği bir sırada, bu milletin sinesinden bir yiğit evladı, Mustafa Kemal Paşa çıktı. Bu Cenab-ı Hakk’ın Türk milletine bir lütfu idi. Türk milletine olan sonsuz sevgi ve saygısı ile Mustafa Kemal Paşa, yiğit arkadaşlarını etrafına toplamış, milletin temsilcilerine durumu izah etmiş ve onların desteği ile kurtuluş için Milli Mücadeleyi başlatmıştır. TBMM.nin aldığı kararlar çerçevesinde fevkalade zor şartlarda düşmanlarını yenerek müstakil Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. Bu, halkın temsilcilerinin yönettiği bir meclis ile Türk milletinin haklarını ve istiklalini korumak için verilen tarihin ender kaydettiği şerefli bir mücadele idi.

Milli Mücadele yıllarında, Mustafa Kemal Paşa, sömürgeciliğe karşı olduklarını söyleyen Sovyetler ile, kendisi de sömürgeci emperyalizme karşı savaştığı için, dostane ilişkiler içinde olmuştu. Hatta, son derece yokluk içinde Milli Mücadeleyi yürüttükleri için, Mustafa Kemal Paşa, Sovyetlerden bir miktar yardım talebinde bulunmuştur. Fakat bu ilişki, Sovyetlerin Ermenistan için Türkiye’den toprak istemesi üzerine kesilmişti. Bu olaydan sonra Sovyetler, Mustafa Kemal Paşa ile yeniden temasa geçmiş, komünizmi kabul etmesi halinde her türlü yardımı yapmaya hazır olduklarını söylemişlerdi. Sovyetler, Türkiye’nin komünizmi kabul etmesi halinde diğer İslam ülkelerinin de komünizmi kabul edeceklerini düşünüyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, Sovyet sistemini benimsemediği için, onların bu tekliflerini şu sözlerle reddetmişti: “Milli Mücadeleyi yaparken ben milletime kurulacak yeni devletin “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”, yani halkın kendi kendini yöneteceği demokrasi rejiminin kurulacağını söylemiştim”. Bu sözlerden sonra Atatürk, birbirlerinin iç işlerine karışmamak şartı ile, Sovyetlerle ilişkilerini dostane bir şekilde sürdürmüştür. Fakat, Sovyetler, komünizmi Türkiye’ye sokmak için her türlü yolu denemeye devam etmişlerdir.

***

II. Dünya Savaşı sonlarında kıyametin koptuğunu görüyoruz.. Harbin sonunda Stalin, Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı Ermenilere vermesi, stratejik önemi olan Boğazların da Sovyetlerle birlikte kontrol edilmesi için Türk hükümetine bir nota vermişti. Bu Sovyet notası Türkiye’yi yönetenleri şoke etmiştir.. Asker sivil, devletin ileri gelenleri yaptıkları açıklamalarla, “Gerekirse ikinci bir İstiklal Harbi yapar, fakat Sovyetlerin bu talebini kabul etmeyiz” açıklaması ile Sovyetlere cevap vermişlerdir. Fakat, Sovyet tehdidi herkesi huzursuz etmişti. Bu olaydan iki buçuk yıl sonra kurulan NATO’ya girene kadar Türkiye sıkıntılı günler yaşamıştır. Amerika ve İngiltere’nin önderliğinde Batı Avrupa Demokrasilerini korumak için kurulan NATO savunma teşkilatı, çok partili demokrasiye geçmeden Türkiye’yi üyeliğe kabul etmemiştir. Nihayet 1950 seçimlerinden sonra, Türkiye’nin müracaatını değerlendiren NATO yetkilileri ile Türk yetkilileri arasında uzun müzakereler yapılmış, stratejik konumundan dolayı NATO, 1951 sonlarında Türkiye’yi üyeliğe kabul etmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru müttefikleri Sovyetler tarafından aldatılmıştı. Stalin önderliğindeki Sovyetlerin, Almanya’nın başkenti olan Berlin’e kadar olan Doğu ve Kuzey Avrupa ülkelerini işgal etmesine seyirci kalmışlardı.

Türkiye’nin NATO üyesi olmasından bir müddet sonra, NATO’nun kurucu devletleri olan Amerika ve İngiltere, II. Dünya Savaşı sonlarında yaptıkları hataların intikamını almak istercesine, NATO üyesi olması dolayısıyla Türkiye’nin kuzey sınırlarına Moskova’yı vuracak şekilde nükleer başlıklı füzeleri yerleştirmişlerdir. Bunu öğrenen Stalin ve diğer Sovyet yöneticileri, bu nükleer silahların topraklarında üslenmesine izin verdiği için Türkiye’ye ve Türk yöneticilerine ateş püskürmüşler ve bunun intikamını Türkiye’den alacaklarını söylemişlerdir.

***

Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Genel Sekreterliğine getirilen Khurşçev başkanlığında toplanan Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesinde şu kararı alınmıştır: Türkiye’de kurulan Marksist-Leninist kuruluşlara yardım yapmak. Ermenilere yardım ederek onların Türkiye aleyhtarı kampanyalarını hızlandırmak. Türkiye’de 1961 anayasasının liberal hükümlerinden faydalanan pek çok solcu sivil toplum kuruluşu, esas maksatlarını açık bir şekilde dile getirmek için Marksist-Leninist kuruluş olduklarını açıklamışlardır. Bu kuruluşlardan bir de Marksist-Leninist PKK örgütü idi. Sovyetler, bu kuruluşları para ve silah vermek suretiyle desteklemiştir. Bu desteği yeterli bulmayan Sovyetler, görevlendirdikleri KGB subaylarına Filistin Kurtuluş örgütü ile birlikte PKK militanlarına Bekaa Vadisinde terör eğitimi verdirmiştir. Bununla da yetinmeyen Sovyetler, İsrail saldırılarına karşı desteklediği ve her türlü silah yardımı yaptığı Suriye lideri Esad’a talimat vererek bu PKK terör örgütünün Suriye’yi üs olarak kullanmasını ve buradan Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamıştır. Suriye sınırlarını geçerek Türkiye’de pek çok masum insanın ölümüne sebep olan bu PKK terör teşkilatı, başkanları Öcalan’ın yakalanmasına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür.

***

Sovyetlerin, Türkiye’yi cezalandırmak için kullandıkları Ermeni konusuna gelince: Sovyetler, ilk olarak Ermeni olaylarının başladığı 1915 yılının ellinci yıldönümünde yani 1965 yılında Erivan’da Ermeni soykırım anıtını diktirmiş, sonra da Suriye ve Lübnan’da yaşayan Ermenilerden topladığı militanla ile ASALA terör örgütünü kurdurmuş ve bu örgütün elemanlarını da, tıpkı PKK elemanları gibi, eğitmiş ve yardım etmiştir. ASALA terör ögütü pek çok Türk diplomatını acımasızca öldürmüş ve bu arada yaptığı kanlı eylemler esnasında da pek çok insanın ölümüne sebep olmuştur. Bu Ermeni vahşeti dünya kamuoyunda büyük tepki görünce, oluşturulan Ermeni Diyasporası Türkiye hakkında yalanlarla dolu bir kampanyayı başlatmış ve hala da devam ettirmektedir. Sovyetler Birliği dağılana kadar bu kanlı terör örgütleri, Moskova’nın desteği ile Türkiye’ye zarar vermeye devam etmiştir.

Burada, bu ülkeyi seven her Türk evladının dikkatini çeken husus şudur: Akla, mantığa ve vicdana sığmayan bir üslup ve tavırla bu PKK ve ASALA (E. Diyasporası) terör örgütlerine, Sovyetlerden sonra, Türkiye’nin dostuyum ve müttefikiyim diyen ülkelerin sahip çıkmalarıdır. Hem PKK’yı terör örgütü olarak görmüşler, hem de el altından bu örgüte destek vermişlerdir. Bu ikiyüzlü dostluğa ve ittifaka karşı Türkiye’nin daha doğrusu Türkiye’yi idare edenlerin ses çıkarmaması ise ayrı bir skandal ve ayrı bir utanç verici bir durumdur. Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’nin müttefiki olan ülkelerin yöneticilerinin bu ikiyüzlü tutumlarına karşı neden bir tavır almadılar veya yaptırım uygulamadılar? Herhalde yakın tarihimizi yazan meslektaşlarım bu gaflet ve ihaneti kayda geçeceklerdir. Çünkü, başta Amerikalı dostlarımız olmak üzere, İngiliz, Fransız ve Alman dostlarımızın önce Kuzey Irak’taki Kürt gruplarına, sonra da PKK terör örgütüne yaptıkları yardımların belgeleri ortada bulunmaktadır.

***

Terörle ilgili olarak, son yıllarda Türkiye’de cereyan eden olaylara gelince: İnsan oğlunun aklı da vicdanı da hukuk da bu olaylara isyan ediyor. Bu ülkeyi yönetenler bir terör örgütüne karşı bu kadar mı vurdum duymaz davranır? Türkiye’yi idare edenlere sormak gerek, madem terör örgütü ile pazarlık yapıyorsun, veya yapmanı istiyorlar, niçin bu ülkenin askerinin ve polisinin hudutlarımız dahilinde görevlerini yapmalarına mani oluyorsunuz? Bu da yetmiyormuş gibi, terör örgütünün doğu ve güneydoğu illeri başta olmak üzere büyük şehirlerde bu kadar serbest faaliyet göstermelerine ve istedikleri yerde silah deposu yapmalarına niçin göz yumuyorsunuz? Bu kadar günahsız insanın şehit olması sizleri rahatsız etmiyor mu? Ülkenin anayasası ve meclisi ortada dururken, millete haber vermeden böyle bir politika izlemenin kime ne yararı var?

yıl bu ülkeye akademiysen olarak hizmet ettim. Devletimin verdiği he göreve koştum, elimden geleni yaptım. Hoca olarak öğrencilerimi hiçbir zaman ayırt etmeden eğittim yetiştirdim. Onların bütün dertleri ile ilgilendim. İhtiyacı olanlara ev ve yurt buldum. Fakir olanlarına burs buldum. Burs bulduğum talebelerimin en az yarısı Kürt kökenli idi. Bu yavrularımdan çok sayıda akademisyen yetiştirdim. Bunları yapan bir hoca olarak şu soruyu ilgililere sormak istiyorum. Niçin etnik bölücülük yapıyorsunuz? Bunun milli birliğimizi bozduğunun farkında değimlisiniz? Bu anormal gidişe niçin dur demiyorsunuz? Hocalar gençleri doğru olarak yetiştirsin, siyasetçiler de onları yanlış yöne sevk etsin. Böyle bir garip durum hangi medeni ülkede vardır? Lütfen kalkın, herkese şunu açık bir şekilde söyleyin. “Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir. Sevgili Atatürk’ümüzün de dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka Türk milleti denir”. Anayasamız ve yasalarımız ortada, herkes eşit hakka sahiptir. Kimse etnik kökeninden dolayı dışlanamaz. Sen şu işe giremezsin veya şu işi yapamazsın diye hiç kimsenin önünde yasal bir engel yoktur. Doğu ve Güney Doğu Anadolu ile İç Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde geçim sıkıntıları vardır. Bu sıkıntıları gidermeliyiz. İşsiz olan evlalarımıza iş imkanı verecek üretime yönelik şu şu fabrikaları kuracağız deyiniz. Adaletten ayrılmayın, suistimale izin vermeyin.

Büyük Orta Doğu Projesi’nin hem Türkiye’nin, hem de İslam aleminin iyiliği için ortaya atılmadığını görün ve ona göre hareket edin. Başta komşularımız olmak üzere herkes ile dostluk ve barış içinde yaşayalım. Yabancı devletlerin kışkırtmalarına kanmayalım. Hem ülke bütünlüğüne, hem de millettin birliğine dikkat edelim. Bu vatan hepimizin. Lütfen daha fazla yıpratmayalım.

Televizyonlarda konuşan, gazetelerde yazan hanımlara ve beylere sesleniyorum. Lütfen şu veya bu siyasi akımın sözcülüğüne soyunmayın. Ülkede olup bitenleri yorum katmadan halka anlatın. Lütfen biraz tarih okuyun. Osmanlıyı nasıl kaybettik, Atatürk’ümüz ve onun yiğit arkadaşları bu cumhuriyeti ne şartlar içinde kurdular ve bugünlere nasıl geldik, lütfen okuyun ve siyaset yapanları uyarın. Çünkü bizim siyasetçilerimizin çoğu hem tarih bilgisinden yoksun, hem de iyi hazırlanarak siyasete girmiyor.

(Faydalı olur ümidi ile yaptığım şu araştırmaların adlarını veriyorum. 1-Sovyet Tehdidi Karşısında TÜRKİYE’NİN NATO’YA GİRİŞİ. III.Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler, Ankara,2000; 2-Türkiye ve Yakın Komşuları, Ankara, 2006; 3- Atatürk’ün Milli Devleti ve Küreselleşme, İstanbul, 2013; 4-Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Sorunları ve Çözüm Yolları, İstanbul, 2011; 5- Celal Bayar’la Son Röportaj, İstanbul, 2013).